HABERLER

MAHMUT TOPBAŞ HOCAMIZDAN EĞİTİM DEĞERLENDİRMELERİ
BİZİ BU KAPİTALİST EĞİTİM MAHVEDİYOR

24 ay süren askerliğim Silvan, Van, Hakkâri ve Beytüşşebap’ta geçti.

Beytüşşebap’ın Alamon takımına bağlı sınırdaki Aruç karakolundan terhis oldum.

Aruç karakolu, yazın çadır karakol olarak görev yapar ve sınırı beklerdi.

1967–1969 yılları arasında bu il ve ilçelerimizdeki insanlarımıza karşı iyi davranılmadığını biliyorum.

Ama buna rağmen bu insanların İslam dinine bağlılıkları, bildikleri kadarıyla üst düzeyde idi.

Camiler cemaatle dolar, Ramazan ayında oruç tutmayan olmazdı.

1963 yılında Bodrum ilçesinin Türkbükü köyünde bir Ramazan ayı boyunca cami imamlığı yaptım.

Bir kaç çalışan, sünger avına çıkan delikanlı dışında hepsi orucunu tutar, oruç tutmayanlar da teravih namazına gelirdi.

O değerli insanların Şırnak’ta ne hale getirildiğini haberlerden biliyoruz.

Tükbükü’nü de magazin haberlerinden bildiğimiz gibi, Google’ye sorduğumuzda neler yaşandığını yaşayanların dilinden öğreniyoruz.

Batı eğitiminde doğudan batıya bir millet elli yılda nereden nereye getirildiğini görüyoruz.

“Ama Batı’dakiler aynı eğitimden geçtiği halde bunlar gibi değildir” diyenler, Mehmet Akif Ersoy merhumun:

“Şark’a bakmaz, Garb’ı bilmez, görgüden yok vâyesi;

  Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermâyesi!” dediği gibidir.

“Dostum” dediğiniz bir arkadaşınızın bir gün evinizin penceresinden, perdelerinin ardından sizi dikizlediğini ve dinlemeye çalıştığını görseniz ne yaparsınız?

İşte Batı’nın en eğitimli ve halkı tarafından “Bu bizi yönetecek kadar erdemli ve başarılı” diye seçtiği cumhurbaşkanları ve başbakanlar, dost ve müttefikini dinleyip dikizleyecek kadar aşağılaşmış kişilerdir ve bunlar da seçkinleridirler.

Avrupa’da çalışmış bir işçi olarak söylüyorum, bizim en hayırsız insanımız, onların parmakla gösterilen insanından iyidir.

Delil mi istiyorsunuz? Buyurun buralardan onların işinde çalışmak için giden insanımızın dinine onların en seçkin insanları giriyor.

Kont ve lord kelimeleri bizim Batı hayranlarımızın ağzının suyu akmadan bu kelimeleri söyleyemezler.

Onlardan birinin Müslüman olduğunu söylesem ne derler acaba?

Buyursunlar ve Aktüel dergisinin 24–30 Kasım 1994 sayısını okusunlar.

İngiliz Seafield Kontunun oğlu, Lord James Reidheaven, Müslüman olur.

Babası, İngiltere’nin papazları ve psikologlarından ümidi kesince Amerika’dan yardım ister ve onlar da Vietnam’dan dönen Amerikan askerlerini tedavide kullandığı doktorlardan gönderir ve Müslümanlıktan vazgeçiremezler.

Aynı eğitimden geçen proflarımızla generallerimiz, ihanet iddiasıyla tutuklanır.

“Ama suçsuzlardı” denebilir.

O zaman suçsuz insanları içeri tıkan hâkim ve savcılar yetiştiriyoruz denebilir.

Hâkim ve Savcıların “vicdanla cüzdan arasına sıkıştı”ğını söyledi yetkililer.

Politikacıların baskısına alışkanlık sağladıkları için gündeme bile gelmiyor.

Garibanların hapiste yatanları, hapishanede unutulanları, dosyası bulunamadığından neden yatar, suçunun ne olduğu bilinemeyen garibanlar, basının da ilgisini çekmez.

Garibanın reytingi olmaz.

Bütün bunların temelinde inkârcı, kapitalist eğitim yatmaktadır.

Bu gidişle düzelmesi mümkin değildir.

Ne zaman hükümetle muhalefetin her gün konuştukları ekonomi olmaktan çıkar, eğitime çare konuşmaları birinci sırayı alırsa, eğitime yatırılan paranın, aynı zamanda güvenliğe yatırılmışlığı kabul edilirse kurtuluşun ışığını yakalamış oluruz.

İmam-Hatip okullarının artması değil benim anlatmak istediğim.

İmam-Hatip öğrencilerinin altı katı olan diğer liselerle ilgili olumlu hiçbir şeyin yapılamadığı öğrencilerin karakolluk olaylarından belli.

 

http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Bizi_bu_kapitalist_egitim_mahvediyor/21473

 

 

İLLA EĞİTİM İLLA EĞİTİM

 

                Roma Zafer Takı, Colosseum, Kral Yolu, Mısır Firavunlarının Piramitleri, Babilin Asma Bahçeleri, Çin Seddi, İskenderiye Feneri gibi kalıcı eserler yapabilir insan.

Bunların bir kısmı Piramitler gibi yüz binlerce kölenin karın doyurma karşılığı yapılmış zulüm anıtları olarak insanlığa sırıtmaktalar.

Devamlı çalışan yüz bin insandan ölenin yerine devamlı alınıyor ve kırbaç altında inşaat devam ediyor.

Bir tek adamın kabri olsun diye yapılmış bunca zulüm.

Roma’nın en güçlü krallarından Sezar’ı, tarih kitapları, filmler, romanlarla bir varmış bir yokmuş hikâyeleri olarak anlatılır.

Ama Hazreti İbrahim, Hazreti Musa, Hazreti İsa, Hazreti Muhammed (Sallallahü aleyhim ve sellem) hâlâ salatü selamla anılmaya ve Hazreti Muhammed’in yolundan onların da yolu olan İslam yolunda gidilmeye devam ediliyor.

Sevgili Peygamberimizin ümmetinden İmam Ebu Hanife, Şafi, Malik, Hanbelî, Cafer-i Sadık gibi müçtehit imamların (Allah hepsine rahmet etsin) medreselerinin temelleri bile günümüze gelmemiştir ama eserleri hâlâ milyarları etkilemeye devam ediyor.

Medrese binasının haşmetine değil, yapılan eğitimin özüne önem veriyorlardı.

Eğer bu müçtehit imamlar, Yunanlı Aristo’nun, Persli Mubazan’ın, Hintli Buda’nın öğretilerini okumuş olsalardı şu andaki etkilerini yakalayamazlardı.

Çünkü bu düşünürler bir tek aklın düşündükleridir.

Ama müçtehit imamların okudukları kitabın başında Hazreti Adem’den beri bütün peygamberleri, filozofları, ilim adamları, şairleri, sanatçıları yaratanın kelamı Kur’an-ı Kerim gelir.

İkinci sırada o Kur’an’ın kendisine indiği, âlemlere rahmet, Hazreti Muhammed’in sözleri, davranışları ve onayları olan hadisleri ve peygamber eğitiminden geçen ashabı kiramın eserleri gelir.

Bu asırda bile dünyanın yedi yüz yerine üslerini kuran, gökyüzünde uzay istasyonlarına sahip olan, insansız hava araçlarıyla cinayetler işleyenlerin çok yakın bir zamanda tarih kitaplarında, filmlere, romanlarda yaşamaya bir varmış bir yokmuş diye hatırlanmaya başlayacaklar ama Kur’an ve sünnete sarılanlar kıyamete kadar devam edecekler.

Kur’an’dan ve hadisten çok delil getiririm ama seküler mantığın kabul edeceği delili söyleyeyim:

Bütün bu soygun aletlerine sahip olan, ülkeler işgal eden insanların dilini öğrenen mazlum insanlar, onların dinine girmiyorlar, tam aksine kendini medeni diye yutturan bu soyguncu devletlerin halkı arasında Müslümanlık süratle yayılıyor.

Bunun üzerinde biraz düşünüp bütün gücümüzü İslami eğitime verelim, Hazreti Âdem’in torunlarının cehenneme giden      

yolunu cennete çevirmek için çalışalım.

 

http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Illa_egitim_illa_egitim/17554

 

 

ÖZGÜR EĞİTİME DOĞRU

 

                Elini kolunu bağladılar. Sonra kaşlarını kazıdılar. Başındaki saçını kazıdılar, verilen yemeklerin tadından saçını kazıyanlara ses çıkarmadı

Kolunu kırdılar, bacağını kestiler.

Uyuşturucu verdiler, acıyı hissettirmediler ve önüne en sevdiği şeyleri koyarak kendilerini sevdirdiler.

Bağlanırken itiraz etmedi. Çünkü en sevdiği şeylerin olduğu yere götürülüyordu.

Sonunda başını kopardılar.

Ardından onu kahraman ilan ettiler ve şehirdeki en büyük kabri onun için yaptılar.

Türbenin etrafında kırk gün kırk gece matem tuttular.

İşte ilmi de böyle öldürdüler.

Makam, şan ve şöhret ipleriyle ilmin önce kolunu kanadını bağladılar, sonra başını kopardılar.

İlim semasında yıldızlar gibi parlayan Sahabe, Sevgili Peygamberimizin eğitiminden geçtikleri için onlarla kıyas yapmayacağım.

Onlardan sonra gelen, İmam, Ebu Hanife, İmam Şafii, İmam Malik, İmam Ahmed Bin Hanbel, Hasan-i Basri, Şa’bi, Buhari, Müslim... ayarında daha sonraları neden ilim adamı yetişmediğini beşinci asır alimlerinden İbn’ül Ekfani, ilmin dördüncü asırdan sonra devlet tekeline geçmesine bağlıyor.

Hicri dördüncü asra kadar ilim, özel eğitimle devam ediyordu.

Sahabe döneminde de özel eğitim vardı.

Medine mescidindeki Suffe’de kalan Ashab-ı Suffe, orada eğitim almıyorlardı.

Sevgili Peygamberimiz ve onun ashabı kiramı, mescitte, evlerde, sokaklarda, hurma bahçelerinde, dağ tepelerinde, vadilerde... her yerde eğitime devam ediyorlardı.

Tabiin döneminde de eğitim özeldi.

Mekke, Medine, Mısır, Kufe, Bağdat, Yemen gibi merkezlerde her alim, kendine göre programladığı ders halkaları vardı ve oralarda yetişenler de kendi geçimlerini çömlekçilikten, camcılıktan, ticaretten... vs. den sağlar, hatta öğrencilerin geçimini de sağlayanlar bütün bunları ilmin hatırına Allah için halka faydalı olmak için yaparlardı.

İşte bu tür özel eğitimden İmam Ebu Hanife, İmam Şafi, İmam Malik, İmam Ahmed bin Hanbel, İmam Cafer Sadık, İmam Buhari, Hasan-i Basri... gibi kıyamete kadar değerinden hiç bir şey kaybetmediği gibi, her geçen gün değeri daha fazla bilinen ilim adamları yetişmiş.

Bu eğitimlerin hiç bir yerinde devlet yoktur.

Hatta İmam Ebu Hanife “Meşru olmayan devlet başkanı bana caminin pencerelerini sayma emri verse ben bu emri yerine getirmem” diyecek kadar özgür bir eğitim almış ve vermiş.

Hicri dördüncü asırda çok iyi niyetlerle Bağdat’ta devlet eliyle ilk defa medrese (Üniversite) açıldığında Buhara, Semerkant gibi Mevarünnehir uleması ağlamaya başlamışlar ve ilmi öldürecekler ve bu medrese de ölen ilime matem/yas tutma evi olacak anlamına o medresenin adını “Matem-ül ilim” koymuşlar. (İbn-ül Ekfani’nin İrşad-ül Kasıd isimli eserinden naklen Sıddık bin Hasan’ın Ebced’ül ulum cild 1sayfa 106, Hacı Halife Keşfü’z- Zunun 1/22, Diyanetin İslam Ansiklopedisi “İcazet” maddesi)

Şu anda dünya genelinde başarılı olan üniversitelerin başarısı, özgürlükleriyle orantılıdır.

Hiç bir ilim adamının konuşurken kelime ve cümlelerinde kısıntıya gidecek bir hava olmamalıdır.

İlim adamı, bilgisini öğrencilerine aktarırken bunu söylersem rektörüme dokunur, şunu yaparsam yönetime dokunur endişesi taşımamalı.

Üniversite bitirmek için üniversiteye gidilmemeli.

Devlet görev verirken diplomaya değil bilgisine önem vermeli.

Bilginin kaynakları açılmalı ve kaynağın önü kapatılmamalı.

Herkes her yerde bildiğini öğretecek yer açabilmeli ve devletten izin dahi siteme durumu olmamalı.

Devlet ancak sağlık, güvenlik gibi eksiklerine dikkat etmeli ve kolaylık göstermeli.

 

http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Ozgur_egitime_dogru/17436

 

 

İSTİHBARAT VE EĞİTİM

 

                 

Nizam’ül-Mülk, Melik Şah’a ülke içinde bir istihbarat ağı kurulmasını teklif eder ve kurarlar.

Siyasetname’de bu teklifi yaptığı yerde anlattığına göre istihbarat ağını kurma teklifini Alpaslan’a da yaptığını ama Alpaslan’ın bu teklifi kabul etmediğini haber veriri Nizam’ül-Mülk.

Malazgirt muharebesinin üzerinden 942 yıl geçmiş.

Binlerce çocuğumuzun adı Alpaslan’dır ama Melik Şah adında ben bir insanımızı tanımıyorum.

Alpaslan, halkın eğitimine önem verildiği takdirde ülkeye zarar verecek insan çıkmayacağını, her Müslüman’ın kendi ülkesini koruma görevlisi olduğunu, vali ile istihbarat görevlisi arasında anlaşmazlıklar çıkabileceğini, istihbaratçı ile düşman kuvvetler arasında anlaşma olursa zarar verebileceğini gerekçe göstererek ülke içinde halka yönelik istihbarata ve fişlemeye karşı olduğunu görüyoruz.

1950 yılından beri Türk istihbaratının kendi halkına yönelik zararlar verdiğini anlatan yüzlerce kitap, on binlerce makale yayınlandı.

Amerika’da, Mısır’da, Türkiye’de, Hindistan’da devletin zirvesindeki insanların ölümü kendi kurdukları istihbarat kanalıyla olmuştur.

En son olarak Suriye ordusundan ayrılarak mücahitlerin safına katılan Özgür Suriye Ordusu Komutanı Albay Mustafa Harmuş, bir MİT elemanı tarafından alınıp Beşşar’a yüz bin dolara satma iddiasıyla yargı önüne çıkarıldı.

Eğitim eksikliğine bakın ki, Genel Kurmay Başkanı terörist çeteye üye olmaktan ceza alıyor.

“Ama bu karar yanlış” diyebilirsiniz.

Evet o zaman da eğitim eksikliği o kerteye varmış ki suçsuz Genel Kurmay Başkanı’na ağır cezalar verecek hâkimler yetiştiriyoruz.

Çocukken alıp on beş yıl eğittiğimiz çocuklardan bir kısmı alacağı maaşı beğenmeyip para karşılığı adam öldürme mafyası kuruyor, bir kısmı acil protesto yapılır diye ilanlar vererek nerede ne için protesto yapacaksanız oraya profesörler gözetiminde öğrenci nakledilebiliyor.

Ve yapılan bu eylemlerin hepsi ülke vatandaşına ve çıkarlarına yönelik kötü eylemlerdir. Eğitimin içindeki virüs ne ise ben bilmiyorum, ülke vatandaşına saldırıyor, saldırtıyor.

Milli Eğitim Bakanı’mız, bu güne kadar eğitim şurasına katılan ister sağcı ister solcu olsun hiçbir eğitimciyi şuraya almadan yeni bir eğitim şurası oluştursa diyorum.

Eğitim şurasında yıllardır fikir beyan edenlerin ne söyledikleri, ne yaptıkları ve ürettikleri meydanda.

İnsanı koruyan, insan düşmanlarını etkisiz hele getirecek ve onları da tedavi edecek bir eğitim modeli üzerinde kafa yorsalar da bataklıkta boğulmak üzere olan Batı’ya da eğitim ihraç etsek.

 

 

http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/ISTIHBARAT_VE_EGITIM/16326

 

 

 

YENİDEN KUR'AN EĞİTİMİ

 

                Hukuk Fakültesi öğrencilerine okudukları seneye ve derslerine uygun olarak ben de İslâm hukukunu, bir vakfın salonunda her hafta anlatırken fakültede öğretim üyesi olan bir hukukçumuz:

"Hocam Kur'an 1400 sene önce indirildi. Deveye binen, deve eti yiyen, çadırda yaşayan bir kabile için çok iyi idi ama zaman değişti. Zamanın değişme-siyle de ahkam değişti. Kur'an bizim hayatımıza bir canlılık katmaz" dediğinde ben de ona:

"Günümüz fizik, kimya, biyoloji bilginlerinden biri çıkıp da bu bizim içtiğimiz sudan Adem de içmişti, bu havadan Havva da koklamıştı. Şimdi zaman değişti. Biz iki binli yıllardayız. Bizim havamız ve suyumuz değişik ve çağdaş olmalı diyen var mı?

Bu kelebeğin kanatları ve renkleri çağ-daş insanın renk anlayışına uygun değil diyen var mı?

Tabiattaki binlerce kanundan bir tanesi bize uygun değildir diyebiliyorlar mı?" dediğimde

"Hayır tabiatta kusur yokmuş." demişti

 "Peki milyonlarca yıl önce yaratılan tabiat kanunlarında kusur yapmayan Allah (c.c) bin dört yüz sene önce indirdiği kitabında mı kusur yapacak?

Kur'an ayetleri anne sütü gibidir. Bir günlük çocuğa bir günlük gıdayı verir, altı aylık çocuğa altı aylıkken lazım olan gıdayı verir.

Rektörün aynı ayetten anladığı ile dağdaki çobanın anladığı ayrı olacaktır.

Altı milyar insan anlamak için gönlünü Kur'an'a verirse Rabbimizin murat ettiğine yaklaşılır.

Gıdaların tabii olanı daha iyi olduğu gibi, sözlerin ilahi olanı, yani Allah'a ait olanı daha iyidir. Bu dünya yolculuğunda en ünlü hatipleri yaratan Allah'ın hitabına kulak ver.

"Zamanın değişmesiyle örfe dayalı ahkam değişir." Çünkü örfte insan eli var. O örfü, aynı çağın insanları oluşturur.

 "Taş devri insanlarının ısındığı güneşi istemeyiz. Milenyum güneşi isteriz" diyen yok.

"Hz. Nuh'un gemi yüzdürdüğü suyu istemeyiz. Bizim suyumuz iki hidrojen, üç oksijen olsun" diyen de yok.

Güneş, hava, su, toprak ilk insandan son insana kadar herkese faydalı olarak yaratıldığı gibi Kur'an-ı Kerim de son insana kadar insanlığa yol göstermeye devam edecektir.

Bin dört yüz yıl önce efendimizin arkadaşları suyu içerler, banyo yaparlar, abdest alırlar, hayvanlarını ve bahçelerini sularlardı. Şimdi ise sudan elektrik üretiyoruz. Daha sonraki çağlarda sudan daha nasıl yararlanılacağını o çağın insanları bilir.

Otlar, çiçekler, çekirdek ve danelerden Lokman Hekim kendi çağının hastalıklarına ilaçlar buluyordu. Aynı tabiattan İbn-i Sina kendi çağının ilaçlarını bul du.

Günümüz eczacıları yine aynı tabiattan çağımızın hastalıklarına ilaçlar bulmaya devam ediyorlar. İşte Kur'an ayetleri ve kelimeleri kıyamete kadar gelecek insanların sorunlarına çareler içermektedir. Yeter ki ehil gönüller Kur'an'a eğilsinler.

Kur'an'ı şifa olarak indirdiğini haber verir Rabbimiz. (İsra 82) Tabiattaki hava, su, dağ, deniz, çiçekler, yiyecek, içecekler bizim sıhhatimizin devamı için yaratıldığı gibi Kur'an-ı Kerim de maddi, manevi, ferdi, toplumsal hastalıklarımızın şifası olarak indirilmiştir.

Kur'an eczanesindeki 114 sure eczanenin rafları gibidir. Kur'an'daki altı bin küsur ayeti kerime raflardaki ilaçlar gibidir.

Sıhhatimiz için her an havaya ihtiyacımız olduğu gibi her nefes alış verişimizde Kur'an'a imana ihtiyacımız var. Üç vakit yemeğe ihtiyacımız olduğu gibi beş vakit namazda da Kur'an ayetlerini okumaya ihtiyacımız var.

"Ama hocam yemesek açlığımızı hissediyoruz. Yine de yemezsek hastalıklar başlıyor. Vücudumuzun içinden ve dışından yaralar baş gösteriyor. Ama Kur'an'ı okumadığımızda ihtiyaç hissetmiyoruz. Yine de okumasak bir şey kaybetmiyoruz." diyenlere şöyle cevap veriyorum.

- Acıkan insan birkaç gün yemek bulamazsa ondan sonra açlık hissetmezmiş. Bir zaman sonra önüne yemek koysanız isteği olmadığı gibi eliyle alacak desteği de kalmazmış. Hastahaneye kaldırılsa ağzından bir şey verilemez. Önce serumla kendine getirilirmiş.

Veya insan yiyecek bulamadığında en sevmediği şeylerle karnını doyururmuş.

İşte ruhumuzun gıdası olan Kur'an gıdasını alamadığımız zaman, kendimiz gibi insanların ürettiği ..istlikleri, pislikleri ..izmleri kendimize rehber kabul eder ve dünyada çıkmaz sokaklara, ahirette cehenneme doğru yol alırız.

 Kur'an insanlığın hayatından çekilince, en demokrat kabul edilen devletler devlet terörüyle uluslararası katilliğe özendi, gasp, çalma, çırpma, soygun, hırsızlık arttı, bir kısım erkeklerimiz kadınlığa özenirken, bir kısım kadınlarımız erkekliğe özeniyor. Siyasette bir kısım vekillerimiz, müvekkil olan vatandaşın haklarını zimmetine geçiriyor.

İnsani olan bütün yolların çıkmazları herkes tarafından görüldü ve insanlık yeniden Kur'an'a yöneldi.

İşte böyle bir günde bizler Kur'an'ı okumaya, anlamaya ve örnek bir hayat göstermeye gayret edelim. Önümüzdeki Ramazan, Kur'an eğitiminin yaygınlaşması için en güzel bir fırsattır, iyi değerlendirelim.

 

http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Yeniden_Kur39an_egitimi/5924

 

 

 

 

 DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI'NA TEKLİFİM

 

                Aynı iş yerini çalıştıran iki kardeş, mahalledeki imamın tembelliğinden şikayet ettiler ve "Namaz kıldırmanın dışında hiçbir iş yapmıyor" dediler.

Bu iki kardeş, imamın akşam namazı ile yatsı anmazı arasında çocuklarına din dersi ve Kur'an-ı Kerim okumasını öğretmesini istiyorlar ama imam bunu yapmıyor.

Ben kendilerine "İmama şöyle deyin, eğer bu iki çocuğa her akşam bir saat Kur'an dersi verirsen sana iki yüz lira vereceğiz. Ayrıca mahalleden bulup okuttuğun her çocuk için de on lira vereceğiz" deyin bakalım ne olacak" dedim.

Birkaç ay sonra sonucu aldım.

İmam, mahalle gençlerinden seksen çocuk toplamış.Sekiz yüz lira çocuklar için alıyor, iki yüz lira da iki çocuk için alıyor ve iki maaş almış oluyor.

İmam, bu hizmetini para için yaptığından hiçbir sevap kazanmaz. Ama bu milletin çocukları biraz olsun dinini, kitabını öğrenmiş olur.

İmamlarımız sevap için okula giden öğrencilere akşamla yatsı namazı arasında her gün din dersi ve Kur'an öğretse, cemaat de ona yardımda bulunsa hem sevabını hem parasını alır.

Yıllarca Diyanet İşlerinde Müftülerin terfilerinde yaptıkları diyanet siteleri ön plana çıktığından cemaat ve öğrenci azalması meydana geldi. Yıllarca önce iki arkadaş bir ilimize misafir olarak gittiğimizde caminin lojmanında kalmıştık.

Sabah namazına uyandık, imamı da kaldırdık "Ezanlar okunuyor" deyince "Namazı kılıp yatalım cemaaten gelen olmaz. Bir tane gelip rahatsız eden vardı onu da dövdüm, bir daha gelmedi" demişti.

Daha sonra o arkadaşı bir ilçenin Müftülük makamında gördüğümde hayret etmiştim.

Cemaati az olan camilerden imamı almak yerine köyün veya mahallenin nüfusuna göre cemaati az olan imamları, mahrumiyeti daha fazla olan yerlere tayin etmeye başlasanız tahmin ederim cemaati çoğaltırlar.

Müftülerimizin atamalarında bulunduğu il veya ilçenin nüfusuna göre Kur'an kursu öğrencisi sayısı da esas alınsa Kur'an öğrencisi artar.

Nüfus oranına göre cami öğrencisi ve cemaatin sayısı esas alınarak daha iyi yerlere atamalar yapılsa hem eğitime ağırlık verirler hem cemaatin çoğalmasını sağlarlar.

Türkiye'de cemaat olarak çok güzel hizmetler eden gruplar var. Bunların en başında hâlâ Diyanet İşleri Başkanlığı gelir.

Durun bakayım.

İçinizden geçeni duyar gibiyim.

O efendi Diyanetten emekli.

Bu efendi de Diyanette yıllarca çalıştı.

Şu efendiye gelince o da Diyanetin imkanlarını sonuna kadar kullanarak hizmet ediyor.

Bu günlerde birey olarak hizmetlerini en çok beğendiğim benim de arkadaşım olduğu için iftihar ettiğim bir arkadaşımla 1975 yılında ilk defa bir deniz kenarında bir hafta tatil yapmıştık. Deniz kenarındaki caminin imamı benim arkadaşımın İmam Hatipten arkadaşı imiş.

İmam, namaz vakitlerinde ezan okumuyor. Cemaat olmadığı gerekçesi ile cami açılmıyor.

Cuma günü olunca imam "İsterseniz ilçeye gidelim, Cuma namazını orada kılalım, iki cemaatle Cuma namazı olmaz" deyince "Yürü kahveye gideceğiz ve ben oradan bir tane cemaati ikna edeceğim ve Cuma namazını bu camide kılacağız" dedim ve kahveye girdik.

Ben doğru kahvecinin yanına kadar vardım, bir tane sandalyenin üzerine çıktım ve "Bir dakika" dedikten sonra onlar kağıt oynamayı bıraktılar. Yarım saat konuştum. Tam ağlayacağım, cümlemi bitirmeden kestim ve bize bir tane adam lazım namaz kılacağız" dedim ve ağladığımı görmesinler diye koşarak kahveden çıktım.

Biz caminin önünde beklerken kahvedekilerin tamamı kahveyi de kilitleyerek camiye geldiler.

Ben çok yumuşak bir hutbe okudum, namazı kıldık tekrar kahveye davet ettiler ve onların konuşmasından ben anladım ki kabahatin yüzde doksanı imamda.

 

http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Diyanet_Isleri_Baskanligi39na_teklifim/6737