HABERLER

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ II

11 MAYIS 2020 TARİHİNDE MİLLİ GAZETE TARAFINDAN HAZIRLANAN

“İSTANBUL SÖZLEŞMESİ”DOSYASI

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ İLE İLGİLİ 11 MAYIS 2020 TARİHLİ MİLLİ GAZETE’DE YAYINLANMIŞ OLAN YAZILAR

BÖÜM II

 

İstanbul’a yabancı ifsad sözleşmesi

Av. Mustafa Yaman

Kamuoyunda İstanbul Sözleşmesi olarak anılan sözleşme içeriği, bağlantılı yasalar, uygulamalar dikkate

alındığında; kadını, aileyi ve toplumu korumak bir yana; toplumun son kalesi olan aileyi, toplumun ahlak

maneviyat birikimini tahrip ettiğini kabul etmek gerekecektir.

Anayasanın da üzerinde yer alacak bu akit, 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açılıyor; şaşılacak bir

hızla ve başka her konuda kavga eden düşman kardeşlerin oybirliğiyle; 26 dakika içinde kabul ediliyor. Nihayet, 1

Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe giriyor.

Avrupa Birliği uyum yasaları kapsamında aynı/benzer muhtevada, yüzlerce kanuni düzenlemeye zemin hazırlıyor;

ilgili kurumsal hazırlıklara, uygulamalara dayanak teşkil ediyor.

MUHTEMEL TEPKİLER, TERCÜME KURNAZLIKLARI İLE SÖNDÜRÜLÜYOR

Sözleşmenin Türkçe metni ile İngilizce metni karşılaştırıldığında, Türkçe çeviride yanlışlıklar olduğu

görülmektedir. Bu durum, büyük ölçüde politik tercihlerden kaynaklanmaktadır. Sözleşmenin orijinal başlığı

“Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi

Sözleşmesi” olmasına rağmen, Türkçeye “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla

Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olarak çevrilmiştir.

“Sözleşmenin metnindeki “ev içi şiddet (domestic violence) ibaresi, Türkçeye “aile içi şiddet’’ olarak çevrilmiş, ev

içinde (domestic unit) ibaresi ise “aile birliğinde” olarak çevrilmiştir.

Öte yandan, “eşler veya partnerler” arasındaki “şiddet” ibaresi, “eşler veya ebeveynler arasındaki” şiddet olarak

çevrilmiştir (m.3/b).

Madde 3/b uyarınca “aile içi şiddet’’, aile içerisinde, aile birliğinde veya daha önceki veya şu anki eşler veya

ebeveynler arasında meydana gelen, failin aynı evi şu an veya daha önce şiddet mağduruyla paylaşıp

paylaşmadığına bakılmaksızın fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddetin bütün türleri anlamına gelir (m.

3/b).

(…) Öte yandan 36, 46 ve 59. maddelerin çevirisinde orijinal metne sadık kalınmıştır. “Tecavüz dahil cinsel

şiddet” başlıklı 36. maddenin 3. bendi, “Taraf devletler, 1. bentte yer alan hükümlerin iç hukuk tarafından

tanındığı şekliyle eski veya şu anki eşe veya partnerlere karşı işlenen eylemler için geçerli olmasını sağlamak

üzere gerekli hukuki veya diğer önlemleri alacaklardır” şeklinde çevrilmiştir. 46. maddenin a bendi, “iç hukukun

kabul ettiği eski veya mevcut bir eşe veya partnere karşı, aile fertlerinden biri tarafından, mağdurla birlikte ikamet

eden biri tarafından” yöneltilen şiddet biçiminde çevrilmiştir.

  1. maddede ise orijinal metne sadık kalınarak “eş veya partner”, “evlilik veya ilişki” ibareleri kullanılmaktadır

(m. 59/1, 59/2). Bu maddede taraf devletlere, şiddet mağduru göçmen kadınlara, eş veya evlilik dışı

partnerlerinden bağımsız ikametgâh izni sağlama yükümlülüğü getirilmiştir.

(…) 12. maddenin 1. bendinde yer alan “Taraf devletler kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya

kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı önyargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer

uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının

değiştirilmesine yardımcı olacak önlemleri alacaklardır” biçimindeki düzenleme, “Taraf devletler kadının aşağılığı

iddiasına veya kadın erkek için kalıp rollere dayanan önyargıları, örf ve âdetleri, gelenekleri ve diğer uygulamaları

ortadan kaldırmak amacıyla kadın ve erkeklere ilişkin toplumsal ve kültürel davranış modellerinde değişim

sağlamak için gerekli önlemleri alır” biçiminde çevrilmiştir.” (Kadriye Bakırcı; Prof. Dr.; Ankara Barosu Dergisi;

2015/4 )

Uluslararası belgelerin politik tercihler nedeniyle yanlış tercüme edilmesi, (ülke içinde nasıl görünürse görünsün

uluslararası bağlayıcılığı etkilemeyecektir.

“Çünkü Türkiye’nin de tarafı olduğu 1969 tarihli Antlaşmalar Hukuku Hakkında Viyana Sözleşmesi m. 33

uyarınca, uluslararası sözleşmelerin orijinal metinleri bağlayıcıdır. Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ne herhangi bir

çekince de koymadığından, Türkiye açısından bağlayıcı olan, (yanlış) hatalı ve eksik Türkçe çeviriler değil,

orijinal metinlerdir.” (age)

SÖZLEŞMEDE MANEVİ DEĞERLERE, İSLAM’A HAKARET İFADELERİ VAR

Namus kavramı, sözleşme girişinde “sözde namus” ifadesiyle aşağılanmaktadır. Dini prensipler, insan hakkı ihlali

olarak eleştiriliyor.

SÖZLEŞMEDE GEÇEN ŞİDDET KAVRAMI, BİLİNEN ŞİDDET KAVRAMININ

GENİŞLETİLMESİYLE İSTİSMARA KONU OLUYOR.

Sözleşmede, kabul edilen anlamıyla “şiddet” kavramı, haysiyetsizce hayat sürmeye, basit tepkileri bile mahkûm

edebilecektir.

SÖZLEŞME HÜKÜMLERİNİN UYGULANMASI İÇİN İZLEME MEKANİZMASI KURULUYOR.

(Md1 / 2 ile)

Halen düzenli raporlamalar yapılmakta. Md 3’te “TANIMLAR” başlığı altındaki hükümler üzerinde dikkatle

durulursa, bu metnin bilinen anlamda şiddete karşı olmaktan ibaret masum bir sözleşme olmadığı görülebilecektir.

Md 3/a maddesindeki tanımlama ile “ŞİDDET”, TOPLUMSAL CİNSİYETE DAYALI EYLEMLERDİR. Bugüne

kadar kim, bu manada kullanmaktaydı bu kelimeyi…

Md 3/b hükmüne göre ŞİDDET, HANEDE, EŞLER VEYA PARTNERLER ARASINDA GERÇEKLEŞMİŞ

BİRTAKIM EYLEMLER olarak kabul edilmekte. Yani “aile” yoktur, “karı-koca” yok... “Birliktelikler” meşru

yaşam tarzı olarak kabul ediliyor, aile yerine sözleşmeye bu tür bir bağlılık esas alınıyor.

Md 3/c TOPLUMSAL CİNSİYET, TOPLUM TARAFINDAN KABUL EDİLEN ROLLER,

NİTELİKLERDİR. “Toplumsal cinsiyet” kavramı, yapılan ifsad çalışmalarının temelini oluşturmakta... Zira,

anılan kavram ile cinsiyetin toplum tarafından inşa edildiği fikri yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Sözleşme, cinsler

arasında yaratılıştan mevcut farklılıkları görmezden gelmekte, toplumun manevi değerlerini hiçe saymaktadır.

Sapkın marjinal bir kesimin, tüm değerlerden uzak yeni rol beklentilerini yansıtmaktadır.

“Cinsiyet”, iradi olarak tercih edilebilecek bir tutum olarak kabul edilmekte; bu konuda dayatma yapılamayacağı

savunulmaktadır.

MD 3/f “KADINLAR” KAVRAMI, 18 YAŞIN ALTINDAKİ KIZ ÇOCUKLARINI DA KAPSAR

1 yaşındaki bebek dahi sözleşmeye göre; “kadın” sayılmaktadır. Bu kabulün elbette sonuçları olacaktır. Örneğin,

kadının cinsiyetini tercih hakkına çocuklukta müdahale edilemeyeceği, yönlendirilemeyeceği hükme bağlanmakta.

Yani kızınızı kız çocuğu gibi, oğlunuzu erkek çocuk gibi hayata hazırlamaya dair ebeveyn tasarrufları, baskı ve

şiddet sayılabilecektir.

MD 4 TEMEL HAKLAR, EŞİTLİK ve AYRIM GÖZETMEME başlığı altında Md4/3 işbu sözleşme

hükümlerinin cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka görüşe sahip olma, ulusal veya

sosyal menşe, bir ulusal azınlıkla bağ, mülkiyet, doğum, cinsel yönelim, cinsel kimlik, yaş, sağlık durumu,

engellilik, medeni hal, göçmen ya da mülteci olma durumu veya başka statüler temelinde herhangi bir ayrımcılık

olmaksızın taraflarca uygulanması güvence altına alınmıştır.

Anılan maddede geçen cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet kimliği ifadeleri ile sapkın cinsel tercihlerin

meşrulaştırılması, statülerinin korunması için hükümet, yasal düzenlemeler yapmayı taahhüt etmiş olmaktadır.

Md 5/2 ile, taraflar devlet dışı aktörlerce işlenen ve işbu sözleşme kapsamında yer alan şiddet eylemlerinin

gereken özeni göstererek önlenmesini, soruşturulmasını, cezalandırılmasını ve tazmin edilmesini sağlamak üzere

gerekli hukuki ve diğer tedbirleri alır; denilmekte cezai müeyyidelere ilişkin sözleşme hükümleri kapsama dahil

edilmektedir.

Md 6 taraflar, toplumsal cinsiyet bakış açısına yer vermeyi taahhüt eder.

Md 7 kapsamlı ve eşgüdümlü politikalar başlığı altında bu sözleşme kapsamındaki her türlü şiddeti önlemek ve

bunlarla mücadele etmek için ilgili tüm tedbirleri kapsayacak şekilde devlet çapında etkili kapsamlı ve eşgüdümlü

politikaların uygulanması için yasal düzenlemeler ve tedbirler alır bütünsel mücadele yürütür.

Md 11/3 uluslararası işbirliği için toplanan bilgileri uzmanlar grubuna iletir.

Md 12

Sözleşmeye taraf devletlere;

“…kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı önyargıların, törelerin, geleneklerin ve

diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının

değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklar”ını ve “…kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus” gibi

kavramların bu sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin

edeceklerini” vaz etmektedir.

Md 12/5 TARAFLAR KÜLTÜR, ÖRF VE ÂDET, GELENEK, DİN VEYA SÖZDE NAMUSUN işbu

sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemi için MAZERET OLUŞTURMAMASINI sağlar,

denilmektedir. Gelenek örf, din, sözde namus baskısı iddiasıyla toplumun tüm değerlerine saldırı teşkil eden

ifadeler konusunda anlaşma sağlanmıştır.

Md 14/1- Taraflar, gerektiğinde, öğrencilerin gelişen kapasitesine uygun olarak, kadın erkek eşitliği,

kalıplaşmamış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde şiddet içermeyen çatışma çözümleri,

kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişisel bütünlük hakkı gibi konulara ilişkin öğretim

materyallerine resmi müfredata ve eğitimin her seviyesine eklenmesi için gerekli adımları atar…

“Kalıplaşmamış cinsiyet rolleri”, ifadesiyle yaratılışa göre eğitim müfredat, nesil yetiştirme ortadan kaldırılmakta,

sapkın anlayışların temeli ilköğretimde atılması öngörülmektedir. Ki bilindiği üzere, milli eğitimde, sözleşme

gereği, yoğun ifsat çalışmaları sürdürülmektedir.

Yukarıda da belirttiğimiz üzere, geçerli asıl İngilizce metin bağlayıcıdır. Tercüme kurnazlıklarıyla halktan

gizlenen hususlar, vahim ahlaki dejenerasyonu ortaya koymaktadır.

Yukarıda yer yer iktibas ettiğimiz üzere, yorumsuz da ortaya konulsa, milletin değerleriyle taban tabana zıt olduğu

apaçık ortada olan ifsat sözleşmesi, aciliyetle feshedilmelidir; derhal ve hemen!.. “Nass” olmadığına göre…

 

*****************************************************************************************

İstanbul Sözleşmesi, İslam dünyasına yönelik bir tehdittir

Adem Çevik

İstanbul Sözleşmesi, İstanbul’un fethinin intikamıdır. İslam dünyasına yönelik de bir tehdittir. İstanbul’da 7 Nisan

2011’de ve 11 Mayıs 2011’de yapılan toplantıda ilk imzayı Türkiye’nin atması ile övünüyorlar. Ama son olarak

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın 24 Nisan’daki hutbesi, sonrasında baroların ve sözde İnsan Hakları

Derneği’nin tepkisi, İstanbul Sözleşmesi’ni kimlerin savunduğunu görmek açısından çok iyi olmuştur. Ayrıca

geçtiğimiz hafta Macar Parlamentosu İstanbul Sözleşmesi’ne ret oyu vermiştir. Bulgar Kilisesi’nin başını çektiği

bu ret hadisesi Slovakya gibi bazı Avrupa ülkelerinde de ret olmuştur. Hatta Ermenistan’da bile İstanbul

Sözleşmesi uygulanmasın diye imza toplanmıştır.

6284 SAYILI YASA ŞİDDETİ ARTIRDI

İstanbul Sözleşmesi son 5 yılda iki milyon erkeği evinden, çocuklarından, hanımından uzaklaştırmıştır. Bildiğiniz

gibi Avrupa’da bu maddeler uygulanıyor. Ama önce bir hafta veriliyor. Islah için psikologa gönderiliyor. Fıkhi

meselelerde 4 ay ayrı kalmak var. Bu sözleşmede 6 ay uzaklaştırma maddesi var. Yani bu cezayı alan adam bir

daha eve döner mi? İnsanları akrabalarına karşı, komşularına karşı rencide ediyorsunuz. 6284 sayılı yasa bizzat

şiddeti artırmıştır. Kadına yönelik şiddet denmesi bir defa karşı cinse şiddettir. Biz cinsiyete değil, insana şiddete

karşı gelmeliyiz. Bunun haricinde 6284 düşünceyi de engellemektedir. Millî güvenliğimiz için de tehdittir.

Düşünceyi nasıl engelliyor dersek, mesela benim başıma geleni anlatayım. Biz İstanbul Sözleşmesi’ne karşıyız

diye İstanbul Sözleşmesi Türkiye Masası Başkanı olan Prof. Dr. Aşkın Asan, Kezban Hatemi vasıtasıyla suç

duyurusunda bulundu. Suçumu sorduğumda ‘İstanbul Sözleşmesi, eşcinselliği teşvik ediyor’ demem suç olarak

kabul görmüş. İşte bu da düşünceyi engelliyor.

ÜLKEMİZ İÇİN BU TEHLİKEDEN VAZGEÇİLMELİ

Adam, eşi veya başka birisi tarafından iftiraya uğruyor. Cinsel şiddet, psikolojik şiddet gibi artık ekonomik şiddet

de var. Kadın ‘Bana market parası vermedi’ diyerek şikayetçi oluyor. İstanbul Sözleşmesi aynı zamanda insanlığı

tehdit ediyor. Bu sözleşme şiddeti önler deniyor ama toplumsal cinsiyet eşitliği kılıfı, maskesi uydurmuşlar. Bu ne

demek? Eşcinsellere yasal koruma demek. Macaristan’a teşekkür etmek gerek. Belki yöneticileri gaflet

uykusundan uyanırlar. Aynı FETÖ olayında 10 yıl sonra yanlış yaptık dedikleri gibi İstanbul Sözleşmesi’nde de 9

yıl oluyor. Türkiye’nin sözleşmeyi iptal etmesi gerekmektedir. Zaten ailenin kökünün kazınması diye maddeler

var. Savaş zamanında bile uygulanır diye maddeler var. Bütün televizyon kanallarında toplumsal cinsiyet eşitliği

45 dakika uygulanır diye madde var. Ülkemiz için bu tehlikeden vazgeçilmeli. Geçen sene Cumhurbaşkanı

Erdoğan’la görüştüğümüzde bu İstanbul Sözleşmesi’nin aileyi yıktığını, değiştirilmesi gerektiğini söylediğimiz

kendisi sözleşmenin nas olmadığını değiştirilebileceğini söylemişti. Bu sözlerin icraata geçirilmesini bekliyoruz.

BİZ, ‘ÖNCE AİLE’ DİYEN BİR TOPLUMUZ

Bu sözleşmeden vazgeçilmesi bu dünya Müslümanlarını da, Türkiye Müslümanlarını da sevindirir. Biz, ‘önce aile’

diyen insanlarız. Dokuz yıl doldu, onuncu yıla girmek üzereyiz. 1 Ağustos’a kadar süre veriyoruz, eğer o tarihe

kadar bu sözleşme yırtılıp çöpe atılmaz ise bütün Türkiye’de tüm dernekler, vakıflar ve STK’lar olmak üzere

harekete geçeceğiz. Bu konuya ilişkin tepkilerimizi bu anlaşmayı imzalayan AK Parti’nin, CHP’nin, MHP’nin

parti binaları önünde oturarak göstereceğiz. Meclis’te grubu bulunan ya da Meclis’te vekili bulunan her siyasi

yapıyla bir araya gelip İstanbul Sözleşmesi’nin yırtılıp atılması için uğraşacağız. İnşallah Türkiye Aile Meclisi

olarak vatandaşlarımızın da fiili yardımları ve dualarıyla bu durumun üstünden geleceğiz.

******************************************************************************************

Kirli sözleşme, gündemimizden ve hayatımızdan çıkarılmalı

Şeyh Abdullah Taylan

İstanbul Sözleşmesi, Müslümanları üzen bir olaydır. Üzülerek ifade ederim ki, işitmekten ve ağzımıza almaktan

dahi haya ettiğimiz bazı kavramların sözüm ona insan onuru ve haysiyetini savunması gerekenlerce baş tacı

edildiği; fıtratın, insanlık onuru ve haysiyetinin ise ayaklar altına alındığı bir acayip vakte utanarak şehadet

ediyoruz. Esasında insanlık tarihi şahitlikten ibarettir. Biz de Cenab-ı Mevla’nın buyruğu ile adil şahit olmak esası

ile hak ve batıl mücadelesinde elbetteki hakkın ve hakikatin taraftarı, sesi olmalıyız. Bugün insanlık tarihte belki

de eşine rastlanmamış küresel bir taarruz altındadır.

“BUGÜN HEDEF İSLAM VE MÜSLÜMANLARDIR”

Direkt olarak insan onuru, izzeti, şerefi, aile ve nesil kavramları hedeftir. Ne gariptir ki tüm bu kavramlar yine

onur, namus, şeref ve aile denmek suretiyle tahribata uğratılmaktadır. Milli ve manevi değerleri olmayan, ahlakî

zeminde tarih kökünden yoksun milletler insanlık onuruna karşı açılmış bu küresel savaşın esiri olmuşlardır.

Bugün hedef İslam ve Müslümanlardır. İnsanı, haysiyet ve onuru ile yaşatan yegane hayat nizamı İslam’dadır.

“AİLE MEFHUMUNDAN ZERRE NASİBİ OLMAYANLAR AİLE KURUMUNA SALDIRIYOR”

İnsan eşrefi mahlukattır. Lakin bugün Batı kadına şiddet, aile içi şiddet gibi enstrümanları İslam toplumlarında

adeta gündem maddesi ve manşetler yapmak suretiyle kullanmakta, dikkatleri sırf başlıklarda toplayarak

Müslümanların milli ve manevi değerlerini tamamen ayaklar altına alan programlar ve çalışmalar yapmaktadır.

Daha düne kadar kadının insan olup olmadığını tartışanlar; İslam’ın çocuklarına kadının hak ve hukukuna ilişkin

dersler verme cüretinde bulunmakta, aile mefhumundan zerre nasibi olmayanlar islam toplumlarında aile

kurumlarımıza yasal düzenlemelere varan operasyonlar gerçekleştirmektedir.

“SÖZLEŞMENİN İSTANBUL’A ATFEDİLMESİ YÜREKLERİMİZİ YARALAMAKTADIR”

Bu topraklar yüzyıllardır İslam beldesidir. Bu milletin mayası imandır. Milletin imanı dün olduğu gibi bugün de

yüksek irfanıyla kendisine ahlak ve namus dersi veren müptezellere müsaade etmeyecektir. İstanbul; hilafetin

merkezi, kutsal emanetlerin vatanıdır. Mazlum Ayasofya’nın hüznünü taşıyan sinelerimiz bugün maalesef

tahammülüne dayanamadığımız yeni gamlara düçardır. Aile geleneğimizi, milli ve manevi hassasiyetlerimizi yerle

yeksan eden kirli bir sözleşmenin; ecdadımın İslambol’u, Hz. Peygamber’in müjdesi, Eba Eyyüb El Ensari’nin,

nice sahabe-i güzinin, meşayıhı izamın türbegâhı kutlu şehir İstanbul’a atfedilmesi yüreklerimizi derinden

yaralamaktadır.

“BİZİ VAR EDEN DEĞERLERİ PARÇALAMANIN ARZUSUNDALAR”

Ahlak, millet, din ve vatan düşmanları ifade ettiğim gibi kadın ve aile kavramları üzerinden bizi var eden değerleri

parçalamanın arzusundadırlar. Bugün kamuoyunun İstanbul Sözleşmesi olarak bildiği, sözüm ona kadına şiddet ve

aile içi şiddeti bitirmek için imzalanan bu akit bir an evvel milli ve manevi değerlerimize uygun hale getirilmelidir.

Kaldı ki bu sözleşmenin maksadı ayan beyan ortaya da çıkmıştır, amaçlanan asla kadının onuru ve Müslüman’ın

aile birliği değildir. Hiçbir ekonomik ve siyasi kaygı istikbalimiz olan neslin ahlak sıhhati ve istiklalimiz olan aile

yapımızın üzerinde değildir.

*******************************************************************************************

Aile bozulursa cemiyetin sağlam yapısı da bozulur

Dr. Şerafettin Kalay

Asırlarca izzet ve şerefiyle yaşayan, asalet ve cesaretiyle tanınan ve takdir edilen bir millet 20. asrın başlarında

özenti bataklığına sürüklendi. Bataklığa sürüklenmemek ve saplanmamak için direnç gösterenler de dışlandı.

Baskı, dayatma ve ceza gördü.

Çılgınlar diyarında herkesin kendisini akıllı, akıllıları çılgın görmeye başlaması gibi çılgın ilan edildi. Bu devrede

yurdumuzda yapılanlar, medenî kabul edilen dış dünyadan ülkemize girenler üzerine ciddi bir araştırma yapılsa,

dürüst bir tez hazırlansa, gerçekten ibret ve ne yazık ki utanç verici nice hadiseler ve belgeler satırlara dökülecek,

dile getirilecektir. Kendilerine özendiğimiz Avrupalılar tarafından, nasıl alay konusu haline getirilişimiz de bunun

üzerine tuz biber ekecektir.

“AİLE, DÜNYA HAYATINDAKİ NİMETLERİN EN BÜYÜKLERİNDENDİR”

Aile, dünya hayatındaki nimetlerin en büyüklerindendir. Bünyesinde de sayısız nimet taşır. Huzur, sükûn, terbiye,

sağlık, iffet, geleceğe yönelik plan ve projelerin hayat bulduğu güzellikler taşır. Aile farklı açılardan üzerinde

düşünüldüğünde kıymeti daha da iyi anlaşılan bir nimettir. İçinde feyz ve bereketin, hayır ve güzelliklerin

yaşandığı bir yuva, anne için bir nimet, baba için nimet, dede, nine için nimet, çocuklar için gerçekten büyük bir

nimettir.

Sağlam bir aile, cemiyetin sağlam ve kolay kolay sarsılmaz bir çekirdeğini oluşturur. Sağlam cemiyetler de sağlam

bir milleti, sağlam milletler de uzun ömürlü, sağlam devletler kurar ve yaşatır. Bu her selim aklın kabul etmesi

gereken bir hakikat iken, evliliklerin basit bir menfaat ve zevk birlikteliğine doğru sürüklendiği, insanlık için

kaypak bir zemin, çürük bir hayat seyri hazırlandığı, hatta aile anlayışının bütünüyle çökertilmeye çalışıldığı

gözler önüne serili gerçeklerdendir.

SÜSLÜ KELİMELERİN ARKASINA SAKLANAN ÇİRKİNLİKLER GÖRÜLMEKTEDİR

Aileyi bir arada tutan temel direklerin yıkılmaya, yok edilmeye çalışıldığı, insanı insan yapan değerlerle oynandığı

da bir gerçektir. Meçhul derinliklerden, zifiri karanlıklardan, sisli dünyalardan gelen bu gayretlerin ciddî bir

organize içinde oldukları hissedilmektir. Hayat akışının kıvrılarak ilerleyen dar vadilerinden çıkıp daha geniş

alanlara ulaşıldığında, akıntıların tesirinden kurtulup geliş ve gidiş istikametlerine bakıldığında, bu akış yönünün

ve şeklinin hiç de hayra, insanlığın saadet ve selâmetine, huzur ve sükûna doğru olmadığı görülecektir.

Yeryüzünde yaşayan bütün insanlar için hazırlanan çağımızdaki plan ve projelere bakınız. Nasıl bir insan ve nasıl

bir insanlık, nasıl bir dünya arzu ediliyor? Bunun için istenenleri maddedeler halinde sıralayınız. Önünüze hiç

güzel şeyler çıkmayacaktır. Süslü kelimelerin arkasına saklanan çirkinlikleri hissedeceksiniz. Bütünüyle

gizlenenler ise daha da çirkindir.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NE İMZA ATILMASI BİZİ DERİNDEN YARALAMIŞTIR

Giderek akıllandığımızı, oynanan oyunların farkına varmaya başladığımızı, kendilerine özendiklerimizin ülkemiz

ve insanlarımız için neler planladıklarını, neler düşündüklerini anladığımızı, yeniden izzet ve şeref dolu günlere

adım atmaya başladığımızı zannettiğimiz ve artık 21. asrı yaşamaya başladığımız günlerde hâlâ özentiden

kurtulamadığımızı, hâlâ kendi değerlerimizle oynanmasına rahatlıkla müsaade edebilecek kıvamda olduğumuzu

belli eder bir tarzda İstanbul Sözleşmesi’ne imza atılması bizi derinden yaralamış, yıllar öncesindeki burukluğu ve

şuursuzluğu bize yeniden hissettirmiştir.

Çok derinlere girmeyeceğim. Ancak çürük tuğlalardan örülen bir bina nasıl çürük olur, her an yıkılma tehlikesi ile

karşı karşıya bulunursa, içinde huzur duyulamazsa, huzursuzluk da sağlığı çökertirse, aile huzursuzluğu ile devlet

ve millet huzursuzluğunun katlanması bir milletin felaketi, heyelanı olur.

Günümüzde savaşlar şekil değiştirir oldu. Ateşli silahların savaşına ticarî savaşlar, psikolojik savaşlar, biyolojik

savaşlar eklendiği gibi insanı insan, milletleri millet yapan değerleri yok etmeye yönelik savaşlar başladı. İstanbul

Sözleşmesi’ne gizlenen virüsler herhalde bunun en açık misallerindendir.

“MEŞRU EŞ” VEYA “MEŞRU NİKÂHLI” YERİNE ISRARLA “PARTNER” KULLANILIYOR

“Kültür, gelenek, görenek, din veya sözde namusun” ifadesinde “sözde namus” sözü sizce nasıl bir ifade? Her

türlü ayrımcılık” ifadesi sizce kimleri de içine alsın diye kullanılmıştır? Aynı şekilde “cinsel tercih/yönelim,

toplumsal cinsiyet kimliği’ ‘kalıplaşmamış toplumsal cinsiyet rolleri” gibi ifadelerle ne dile getirilmek isteniyor?

Neden ‘eş’ veya ‘nikahlı’ hele de ‘meşru eş’ veya ‘meşru nikâhlı’ yerine ısrarla ‘partner’ kullanılıyor? Hatta

“eşlere veya partnere karşı” gibi eşlerle partner yan yana getirilerek farklı şeyler kastedildiği sık sık neden

zihinlere aktarılıyor? Durmadan “nikâh veya meşru evliliğe dayalı olmadan” ya da “evlilik akdi olmaksızın”

yerine “kişiye karşı rızası olmaksızın cinsel nitelikli eylemlerde bulunma” ya da “bir kişinin rızası olmaksızın

üçüncü bir kişiyle cinsel nitelikli eylemlerde bulunmasına neden olma” gibi “ısrarla” rıza kelimesi kullanılıyor?

Evlilik akdi olmadan “rızalı ilişkiler” artık zina olmaktan çıktı mı? “Bekâr anneler” gibi modern (!)

isimlendirmeler hoşa mı gidiyor? Artık aklınıza bunları iyice yerleştirin mi denmek isteniyor? Bunun gibi süslü

kelimelerin aralarına yerleştirilmiş nice zehir hiç mi gözümüze batmıyor? Kısaca değerlerimiz, bizi ayakta tutan,

bize haysiyet, nesillerimize izzet ve şeref kazandıran hasletlerimiz yok mu edilmek isteniyor? Bu değerlerin hepsi

dünya malıyla ölçülemeyecek kadar kıymetidir. Kız veya erkek bir gencin iffeti hangi dünya malıyla ölçülebilir,

aynı kefeye konabilir.

“HATIRLAT, İKAZ ET, HATIRLATMA MÜMİN GÖNÜLLERE FAYDA VERİR”

“Neden aslî yapısının tıbbî olarak erkek olduğu tespit edilen, farklı cinsel eğilim gösteriyorsa erkek olarak

tedaviye, kadın olduğu tespit edilenler de kadın olarak tedaviye yönlendirme hiç dile getirilmiyor.” “Onun yerine

sapık eğilimler normal gösterilip, İslâm’ın da bunu normal görmesi, rezilliklerini de tasvip etmesi isteniyor?”

Daha nice sorular. Biz yıllarca nice süslü taslara, tabaklara yerleştirilmiş, lezzetli gıdaların arasına sokuşturulmuş

zehir yuttuk. Bu yüzden nice sarsıntı yaşadık? Hala akıllanmadık mı? Tesettürlü hanımlarımızın aynı özentiler ve

şahsiyet eksikliyle İstanbul Sözleşmesi’ni destekleme sadedinde Taksim Meydanı’nda iğrenç levhaların,

pankartların yakınında, altında bulunması çok mu güzeldi? O levhalar hiç mi utandırmadı? Ağızlarından güzel ve

iffetli, hikmetli söz yerine kir ve çirkefin aktığı ağızların sözleri, sloganları çok mu hoş?

Geliniz hep birlikte iyiliğe, güzelliğe, hayra, kardeşliğe, dürüstlüğe, iffete, vefaya ve selamete doğru yol almaya

çalışalım. Bataklıklardan uzak duralım. Elimizi aynı deliklerden yüz kere, bin kere ısırttırmayalım. İzzet ve şeref

dolu günlerimize, kıymetli hasletlerimize dönelim. ‘Hatırlat, ikaz et, hatırlatma mümin gönüllere fayda verir.

********************************************************************************************

Milli şahsiyetimizi yok etmenin projesi

Prof. Dr. Mehmet Halil Çiçek

İstanbul Sözleşmesi, bizim kendi kültürümüze, milli birliğimize aykırı bir anlaşmadır. Özellikle bizi biz yapan

değerlerin yıkılmasına yönelik sinsi bir plandır.

Ne yazık ki bazı odaklar ve taraflar Avrupa Birliği’ne girebileceklerine inandıkları için bizi bu tuzağa düşürdüler.

Bu tamamen toplumu, aileyi, ahlakı yok etmek isteyen sinsi projesidir. Müslüman olarak kültürümüzde olmayan

birçok şey İstanbul Sözleşmesi sayesinde dayatılmıştır.

Gittikçe inançlarımıza örf ve âdetlerimize aykırı olan davranış biçimleri sıradanlaşıyor, normalleşiyor. Güya aileyi

korumaya yönelik bir anlaşma olarak sunuluyor. Ancak İstanbul Sözleşmesi ailenin temeline konulan bir

dinamittir. Bu dinamit çok hızlı bir şekilde de etkisini gösterdi. Bugün yapılan istatistiklere göre milyonlarca erkek

ailesinden uzaklaştırma almış durumda… Bu kadar insan sokağa atıldı. Güya aileyi, kadını koruyorlar. Sokağa

atılan bu insanlar ne yapacak? Dolayısıyla aileyi yıktılar. Bu anlaşma nedeniyle kadına şiddet iki üç misli arttı.

Çünkü adam bir anda kendini boşlukta bulunca, gideceği bir yer olmayınca, ailesi yok olunca sizce ne düşünür?

Benim için zehirse başkasına da zehir olsun düşüncesiyle her türlü suçu işlemeye hazır olur.

HESAP EDİLEREK YAPILMIŞ BİR İŞ DEĞİLDİR

Bir kere böyle bir anlaşma toplumu uzaktan izleyerek, sıkıntıları sorunları düşünülmeden, topluma ne getireceği ne

götüreceği asla düşünülmeden yasal kalem tarafından imzalanmıştır.

Sanki despot bir amiriniz başınıza gelerek sizin istemediğiniz bir şeyi zorla size yazdırması, imzalatması gibidir.

Toplumun örfü âdeti, gelenekleri görenekleri, sosyal ilişkileri düşünülerek, hesap edilerek yapılmış bir iş değildir.

Rusya, bu sözleşmeyi imzalamamıştır. Bize ne oldu da böyle bir hataya balıklama daldık? İlgililerin bu hatalarını

bir an evvel fark ederek, anlaşmadan vazgeçmeleri lazım. Zaten bizi AB’ye alacakları da yok, inşallah da almazlar.

Bizi güya AB’ye alacağız diye aldatıyorlar. Kendi kültürümüzden, ananelerimizden vazgeçtikten, şahsiyetimizi

yitirdikten, kimliğimizi kaybettikten sonra AB’ye girsek ne işimize yarar?

İKTİDARIN EN BÜYÜK HATALARINDAN BİRİ İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’DİR

Bu İstanbul Sözleşmesi milli şahsiyetimizi yok etmenin projesidir. Ama bu kanuna imza atanların çoğu

sonuçlarının böyle olacağını dahi tahmin etmediler. Yarın öbür gün Allah’ın huzurunda bunun hesabını nasıl

verecekler.

Bir an evvel kendi milletlerini düşünüyorlarsa, toplumunun geleceğini düşünüyorlarsa, manevi şahsiyetimizi

düşünüyorlarsa ne yapıp edip İstanbul Sözleşmesi’ni iptal etmeleri lazım.

Bu tür kanunların tadil edilmesi, düzeltilmesi gerekmektedir. Toplum olarak bu konuda çok pasif kaldık. Toplum

olarak çok daha sert bir tepki göstermemiz lazımdı. Maalesef bizim toplumumuz, idareciler namaz kılınca bu

idarecilerin hata yapmayacağı algısına kapılıyor. Bunların yaptığı büyük hatalardan birisi de İstanbul

Sözleşmesi’dir. Yoksa yarın bir gün ne Allah’ın ne tarihin huzurunda hesap verebilirler.

AB BİZİM DERDİMİZE DERMAN OLAMAZ

Yarın bir gün birileri çıkıp, bu sözleşmenin hesabını soracaktır. Bu benim için de herkes için de manevi bir

sorumluluktur. İdarecilere seslenmek istiyorum. Allah rızası için bu sözleşmeden vazgeçin.

AB bizim derdimize derman olamaz. İstedikleri sadece kimliğimizi yok ederek, sürü haline getirerek bizi

sömürmektir. Bir toplumu ayakta tutan o toplumun kültürü, inançları, örfleridir. Kimliğiniz olmayınca, kültürünüz

olmayınca toplum olmaktan çıkarsınız. Başkaları da sizi istediği gibi sömürür, kullanır ve her istediğini yaptırır.

Türkiye’nin bağımsızlığı var diyoruz. Ama âdetler, gelenek ve görenekler bize ait olmadıktan sonra şahsiyetimiz

olmadıktan sonra bu bağımsızlığın ne anlamı var?

*******************************************************************************************

Küresel güçlerin LGBT ve Feminizm dayatması

Bekir Gündoğmuş

İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi talebi ile birlikte dikkat çekilmek istenen asıl tehlike; küresel güçlerin tüm

dünyayı, insanlığı nasıl bir girdaba soktuğunun görülmesidir.

Karı-kocayı birbirine rakip/düşman hale getiren, böylece şiddeti azaltmak bir yana yaygınlaştıran, aile kavramı

yerine eş/partner kelimesini ikame etmeye çalışan, toplumsal cinsiyet-cinsel yönelim gibi kavramlar üreterek

zihinsel işgale yeltenen bir akıl (!) var orta yerde! Ve bu şizofrenik akıl; ünlü kişileri, sağlık kuruluşlarını, siyasi

partileri, hükümetleri, şirketleri, medyayı, akademiyi… hülâsa kullanabileceği ne varsa tamamını kullanmakta bu

uğurda.

Sayacak o kadar fazla örnek var ki, biz sadece şu yakın günlerden bahsetsek küresel planı görmek mümkün olacak

aslında.

Sapkınlığın, uluslararası siyasette adeta resmi-yasal korumaya alınması ve BM tarafından gelişme kriteri haline

getirilmesi nasıl bir küresel dayatma ile karşı karşıya olunduğunun habercisi.

Sapkınlıklara destek vermeyen ülke yöneticileri ya da çevreler “homofobi” nitelemesiyle tüm dünyada ifşa

ediliyor. Uganda, Kenya gibi ülkeler bunun son örnekleri. Siyaset aracılığıyla açıkça bir dayatma var yani. Bunu

Türkiye için söylemiyorum yalnız. Ne yazık ki yöneticilerimiz herkesten önce imzaya giderek dayatmaya bile

vakit bırakmadılar(!).

Koronavirüs sürecinde homoseksüellerden immün plazma alamayacağını açıklayan İngiltere, Brezilya gibi

ülkelerde de anında insan hakkı ihlalinden dem vurmaya başlanıverdi geçen hafta. Elon Musk çifti doğurdukları

çocuklarının cinsiyeti belli olmasın diye rakamlardan oluşan isim verdiler ve bunu da çocuklarını cinsel açıdan

sınırlamamak için yaptıklarını ilan ettiler dünyaya.

Barbie bebeklerin üreticisi Mattel şirketi “nötr cinsiyetli bebek” üretme kararı aldığını açıkladı aynı şekilde. Aynı

oyuncak bebeğin hem erkek hem kız olabilecek şekilde peruk ve kıyafetle birlikte tasarımı yapıldı.

Starbucks, Adidas, Nike, Uber, Apple, Amazon gibi küresel şirketlerin hemen hepsi benzeri politikayı yürütüyor.

Amerika’da Fortune 500 şirketlerinin % 90’ı cinsel yönelimi teşvik etmekte hatta % 67’si gönüllü olarak sağlık ve

sigorta yardımı da yapmakta.

Bu küresel dayatmanın medya ve akademi ayağı da göz ardı edilmemeli, zira “bilgi üretimi ve dağıtımı” bu iki

kanal üzerinden yürütülmektedir. Son 8-10 yılda tüm dünyada aynı anda yerli yabancı dizi ve filmlerde cinsel

sapkınlığın olumlanarak verilmesi ne kadar tesadüfse, Netflix’in Rotschild (Morgan Stanley) şirketi olması da o

kadar rastlantıdır herhalde.

Elbette diğer tüm küresel ajanslarda da benzeri durum geçerli ama bu anlamda Reuters haber ajansının bağlı

olduğu Thomson Reuters şirketi çok daha dikkat çekici bir örneklik teşkil ediyor. Son sekiz yıldır dünyada

LGBT’lilerin en rahat ve yoğun çalışabildikleri kurum ödülüne sahip bu şirket.

Bir yandan Reuters haber ajansıyla tüm ülkelere LGBT’ler ve kadın-erkek ilişkileri ile ilgili haberler aynı bakış

açısıyla veriliyor, ki bu bakış açısının ne olduğunu sanırım söylememe gerek yok!

Diğer yandan ise aynı şirket akademi dünyasının adeta kompedanı konumunda. Zira uluslararası alanda

geçerli/saygın bilim adamı olmanın yolu olan SCI, SSCI, AHCI dizinlerinin sahibi. Şirket kendi web sitesinde

konuya yaklaşımını gayet net açıklıyor: “Sorumlu ve etik olmak, işimizin temel direği olan Thomson Reuters

mirasının bir parçasıdır. Bu sorumluluğun bir parçası olarak, küresel LGBT topluluğunun sesini yükseltmeye ve

sunduklarımız yoluyla kapsayıcı uygulamaları teşvik etmeye kararlıyız.” Şimdi böyle düşündüğünü açıkça ortaya

koyan bir grubun “eşcinselliği sapkınlık olarak niteleyen” herhangi bir bilimsel yayını yayımlaması mümkün

müdür? Elbette hayır.

Hatta tam aksine SSCI dergiler arasında LGBT dergileri mevcuttur. Diğer sosyal bilimler dergilerinde de

toplumsal cinsiyet temalı makaleler öncelikli alan statüsündedir.

Bilimsel olduğu düşünülen kuruluşların bu konudaki tavırları da ne yazık ki aynı minvaldedir. Mesela Amerikan

Psikiyatri Birliği, eşcinselliği hastalık olarak kabul edip terapi yoluyla yeniden normal hale dönülmesi tedavisini

(“dönüşüm terapisi”) etik olmamak ile itham etmemektedir. Dedik ya, yavuz hırsız ev sahibini bastırır!

“Sapık olmak istiyorsan bu senin hakkındır, geri dönmeyi düşünürsen ise acele etme, biraz düşün!!!”

İşte bu yüzden diyoruz ki, İstanbul Sözleşmesi yapay olarak kapalı kapılar ardında oluşturulan bu küresel planın

henüz ufak bir parçasıdır.

*******************************************************************************************

İstanbul Sözleşmesi’nde “Grevio Skandalı!”

Adnan Öksüz

Bu isimler Cumhurbaşkanı değil!

* Bu isimler Devlet Başkanı değil!

* Bu isimler Büyükelçi değiller!

* Bu isimler diplomat da değiller!

* Bu isimler bakan ya da milletvekili değil!

* Bu isimler Genelkurmay Başkanı da değil!

* Ama bu isimlerin dokunulmazlıkları var!

* Ama bu isimler tutuklanamıyor!

* Ama bu isimler gözaltına alınamıyor!

* Ama bu isimlerin kişisel eşyaları haczedilemiyor!

* Ama bu isimler yasal işlemlerden muaf!

* Ama bu isimler ülkede elini kolunu sallaya sallaya gezebiliyor!

* Ama bu isimlerin ülkede hareket serbestiyeti var!

* Ama bu isimler her türlü kısıtlamadan vareste!

* Ama bu isimler yabancıların tabi oldukları işlemlerden de muaf!

***

Kim bu isimler? Hemen anlatayım.

Malumunuz, ülkemizde uygulamaya konulan bir uluslararası sözleşme var; İstanbul Sözleşmesi. Bugün (11

Mayıs)… Bu tuhaf ve içimize adeta bir ur gibi sokulan İstanbul Sözleşmesinin TBMM’de kabul edilmesinin

seneyi devriyesi.

Milli Gazete, İstanbul Sözleşmesinin sakıncalarını ilk gündeme getiren, manşetlerine taşıyan gazete. Diğer

gazeteler, Milli Gazetenin bu yayımlarından sonra bu Sözleşmeye ilişkin yayıma başladılar. Olsun, bu da iyi bir

gelişme…

Ama İstanbul Sözleşmesinin çok tartışılması gereken ve ayrıntılarını bu satırlarda okuyacağınız bir başka skandal

yanını da dikkatlerinize sunmak istiyorum;

İstanbul Sözleşmesinin ‘Ek-İmtiyaz ve Muafiyetler (madde 66)’ bölümü.

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Tutanaklarından aynen aktarıyorum. Lütfen, aşağıdaki maddeleri ve

satırları sonuna kadar okuyun;

1) “Bu ek, Sözleşme’nin 66. maddesinde bahsedilen GREVİO üyelerine ve ülke ziyaret heyetlerinin diğer

üyelerine uygulanır. Bu ek’in amacı bakımından “ülke ziyareti heyetlerinin diğer üyeleri” terimi, Sözleşme’nin 68.

maddesinin 9. paragrafında bahsedilen bağımsız ulusal uzmanları ve mütehassısları, Avrupa Konseyi personelini

ve Avrupa Konseyi tarafından istihdam edilerek GREVİO’ya ülke ziyaretleri boyunca eşlik eden tercümanları

kapsar.”

2) “GREVİO üyeleri ve ülke ziyareti heyetlerinin diğer üyeleri ülke ziyaretlerinin hazırlanması ve

gerçekleştirilmesiyle ilgili görevlerini yerine getirirken veya bunları izleyen görevlerle ilişkili olarak yolculuk”

ederken aşağıdaki imtiyaz ve muafiyetlerden yararlanır;

  1. “Şahsi tutuklama veya göz altına alınmadan ve kişisel eşyalarının haczinden ve resmi yetkili sıfatıyla hareket

ederken söyledikleri ya da yazdıkları ifadeler veya gerçekleştirdikleri eylemlerden dolayı yasal işlemlerden

muafiyet;”

  1. “İkamet ettikleri ülkelerine giriş ve çıkışlarda ve görevlerini yerine getirdikleri ülkeye giriş ve çıkışlarda hareket

serbestliği üzerindeki her türlü kısıtlamadan ve görevlerini yaparken ziyaret ettikleri veya geçtikleri ülkelerde

yabancıların tabi oldukları kayıt işlemlerinden muafiyet.”

3) “Görevlerinin yerine getirilmesiyle ilgili seyahatleri sırasında, GREVIO üyeleri ve ülke ziyareti heyetlerinin

diğer üyeleri gümrük ve döviz denetim kontrollerinde yabancı hükümetlerin geçici resmi görevlisi olan

temsilcilerine tanınan kolaylıklardan yararlanırlar.”

4) “Sözleşme’nin uygulanmasının değerlendirilmesiyle ilgili GREVİO üyeleri ve ülke ziyareti heyetlerinin diğer

üyeleri tarafından taşınan belgelerin, GREVIO’nun faaliyetiyle ilgili olduğu sürece dokunulmazlıkları ihlal

edilemez. GREVIO’nun resmi yazışmaları veya GREVIO üyelerinin ve ülke ziyareti heyetlerinin diğer üyelerinin

resmi haberleşmeleri hiçbir engelleme veya sansüre tabi tutulamaz.”

5) “GREVIO ve ülke ziyareti heyetlerinin diğer üyeleri için tam bir konuşma özgürlüğü ve görevlerinin yerine

getirilmesinde tam bir bağımsızlık temin etmek amacıyla, söz konusu kişilerin görevleri sona ermiş olsa dahi,

görevlerinin ifşası sırasındaki sözlü veya yazılı ifadeleri ve her türlü fiilleri bakımından yasal işlemlerden muaf

tutulurlar.”

6) “İmtiyazlar ve muafiyetler, bu ekin 1. paragrafında bahsedilen kişilere kendi şahsi çıkarları için değil,

görevlerinin GREVIO’nun çıkarları için yerine getirilmesini güvence altına almak için tanınmıştır. Bu ekin 1.

paragrafında bahsedilen kişilerin ayrıcalıklarının kaldırılması, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri tarafından,

muafiyetin adaleti engelleyici olduğu kanaatine vardığı herhangi bir halde ve muafiyetin GREVİO’nun çıkarlarına

halel getirmeden kaldırılabileceği hallerde yapılır.”

Okudunuz mu?

Sahi böyle bir metin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde nasıl benimsendi? Hâlâ hayretler içindeyim…

********************************************************************************************

********************************************************************************************

İstanbul Sözleşmesi, Meclis tutanağının tam metni

İstanbul Sözleşmesinin 10 Kasım 2011 tarihli Meclis tutanağının tam metni:

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ

23’üncü Birleşim

24 Kasım 2011 Perşembe

BEŞİNCİ OTURUM Açılma Saati: 22.50

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır), Tanju ÖZCAN (Bolu)

****

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 23’üncü Birleşiminin Beşinci Oturumunu

açıyorum.

3’üncü sıraya alınan, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin

Avrupa Konseyi Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Kadın Erkek Fırsat

Eşitliği Komisyonu ile Dışişleri Komisyonu Raporlarının görüşmelerine başlayacağız.

3.- Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi

Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Kadın Erkek Fırsat Eşitliği

Komisyonu ile Dışişleri Komisyonu Raporları (1/510) (S. Sayısı: 81) (x)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Komisyon raporu 81 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Ayşe Gülsün Bilgehan, Ankara

Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Bilgehan.

CHP GRUBU ADINA AYŞE GÜLSÜN BİLGEHAN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gecenin bu saatinde çok önemli bir uluslararası sözleşmeyi hep birlikte onaylayacağız. Bugün, biraz öğleden

sonra, Avrupa Parlamentosu Başkanını burada dinledik. Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliğinin Parlamentosu.

Bizim elli sene, neredeyse elli seneye ulaşan bir süremiz var adaylık için beklediğimiz. Oysa, Avrupa Konseyi

öyle değil. Avrupa Konseyi, 1949’dan itibaren Türkiye’nin kurucu üye olarak görev aldığı çok daha geniş bir

kurum. Şu anda Avrupa Konseyinin Başkanı bir Türk, Adalet ve Kalkınma Partisinin bir milletvekili ve bu

sözleşme de Avrupa Konseyi sözleşmesi. Avrupa Konseyinin 11 Mayısta İstanbul’da imzalanan kadınlara yönelik

şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin sözleşmesi. Bu sözleşmeyi İstanbul’da on üç

ülke imzalamıştı, daha sonra üç ülke daha imzaladı ama sözleşmenin yürürlüğe girmesi için Avrupa Konseyine

üye on ülkenin onaylaması, meclislerinin onaylaması gerekiyor. Şimdi gecenin bu saatinde biz işte bu onaylamayı

yapacağız ve bence Türkiye için bu çok önemli, çünkü Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde kadına

yönelik şiddetle ilgili olarak mahkûm edilmiş tek ülke.

Bunun dışında, dün, işte bugün, yarın da konuşulacak; kadına yönelik şiddet hakkında çok gündemdeydi, çok

konuşuldu, bir daha o noktalara dönmek istemiyorum. Herkes biliyor ki yüzde 1.400 arttıysa bu sorun gerçekten

bir insanlık sorunu bizim ülkemiz için ama başka ülkeler için de böyle.

Şimdi hep birlikte bu sözleşmeyi imzalayacağız, onaylayacağız. Bu sözleşmenin bugün bu saatte gelmesinin

anlamını biliyorum, çünkü yarın 25 Kasım, birçok sivil toplum kuruluşu ve özellikle kadın dernekleri bu

sözleşmenin 25 Kasımdan önce onaylanmasını istediler. Güzel yani biz de demek ki bunu yerine getiriyoruz, bu da

çok önemli.

Gerekçeye baktım, gerekçe diyor ki: “Bu sözleşme ülkemize ilave bir yük getirmeyecek, ülkemizin gelişen

uluslararası saygınlığına olumlu katkıda bulunacak.” Bu da gayet güzel.

Aslında burada bir çekincem var, onu da söylemek isterim. Birinci bölümüne katılıyorum. Ülkemizin yani

gelişiyor mu bilmiyorum ama uluslararası itibarı, saygınlığı var zaten; o saygınlığa olumlu katkıda bulunacak, çok

doğru. Ama onun dışında diyor ki: “Sözleşme ülkemize ilave bir yük getirmeyecek.” Bence burası hiç doğru değil,

çünkü bu çok önemli bir sözleşme, çok önemli bir yük getirecek, sorumluluk veriyor Türkiye’ye yani Türkiye’yle

birlikte bütün ülkelere bir sorumluluk veriyor. Bu anlaşmanın önemi: İlk defa bu kadar geniş kapsamlı bir

uluslararası sözleşme kadına yönelik şiddetle ilgili bir karar alıyor ve ilk defa olarak devlet bundan sorumlu

tutuluyor, yükümlülükleri var, tazminat ödemesi gerekiyor, suçlulara ve mağdurlara destek olması gerekiyor. Yani

hakikaten çok kapsamlı. Türkiye’nin de bunu kabul etmesi bence Avrupa Konseyinde çok olumlu bir intiba

bırakacaktır. Ben o Konseyin bir üyesiyim, Eşitlik Konseyinin üyesiyim; açıkçası, üstelik de bu onaylamanın belki

bu kadar geç bir saatte ama bu kadar kolay geçtiğini de gururla söyleyeceğim. Bunu da ilave edeyim.

Şimdi, “Sözleşme ülkemize ilave bir yük getirmeyecek.” deniliyor. Sözleşmenin bir yeri çok önemli, sözleşme

uluslararası bir izleme grubu yaratıyor. Yani bu Avrupa Konseyi sözleşmesi, diğer uluslararası sözleşmeler gibi

imzalanıp da kâğıtta kalacak bir sözleşme değil. Bunu vurgulamak istiyorum. Bunun bilincindeyiz herhâlde,

umarım bilincindeyiz. “GREVIO” adında uluslararası izleme grubu bu sözleşmenin nasıl uygulandığını

araştıracak.

Dediğim gibi, aslında Türkiye onayladıktan sonra dokuz ülkenin daha onaylaması gerekiyor yürürlüğe girmesi

için, ama ilk ülkenin bizim ülkemiz olması çok anlamlı. Bu bakımdan fazla da uzun konuşmak istemiyorum.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin en çok mahkûm ettiği ülke olmaktan çıkmamız gerekiyor. Bu konuda bütün

grupların aynı fikirde olduğunu biliyorum.

Bu yüzden, ben çok büyük bir memnuniyetle Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun bu sözleşmenin kabulü yönünde

oy kullanacağını belirtiyorum ve hepinize iyi akşamlar diliyorum. (Alkışlar )

*******

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bilgehan.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Pervin Buldan, Iğdır Milletvekili.

Buyurun Sayın Buldan.

BDP GRUBU ADINA PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bazen bu

Parlamentoda aslında gülmek de yakışıyor bize, her zaman kavga etmek gerekmiyor.

NUREDDİN NEBATİ (İstanbul) – İhtiyacımız var.

PERVİN BULDAN (Devamla) – Evet, hepimizin ihtiyacı var gerçekten.

Bu gece yarısı böylesi önemli bir konuyu kanunlaştırdığımız için özellikle emeği geçen herkese teşekkür etmek

istiyorum başta Bakanımız Sayın Fatma Şahin olmak üzere ve Parlamentoda bulunan siyasi partilerin gruplarına

bir kez daha teşekkür ediyorum.

Tabii ki, kadına yönelik şiddet aslında Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri. Ben, kadına yönelik her türlü

şiddetin önüne geçmesi umuduyla bu kanun tasarısını onayladığımızı ve evet oyu kullanacağımızı ifade etmek

istiyorum. Umuyor ve diliyorum ki, bu yasayla birlikte, bundan sonra, din, dil, ırk ayrımı yapılmaksızın hiçbir

kadına ne fiziksel ne ruhsal ne de cinsel şiddet gerçekleşmez ve yine umuyor ve diliyorum ki, bu çatı altında

bundan sonra, grubu bulunan dört siyasi parti her konuda ortak kararlar alırlar ve bu kararlardan bir tanesi de barış

kararı olur diyorum.

Teşekkür ediyorum. (BDP, AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

*******

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Buldan.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Mehmet Şandır, Mersin Milletvekili.

Sayın Şandır siz devretmiyorsunuz değil mi; buyurun.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Nasıl efendim?

BAŞKAN – Siz devretmiyorsunuz sözünüzü, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, öncelikle saygılar sunuyorum.

Gerçekten, Türkiye Büyük Millet Meclisinin böyle ortak öznelerde uzlaşma örnekleri ortaya koymaya ihtiyacının

olduğu bir süreçten geçiyoruz.

Böyle bir kanun tasarısını gündeme getirdikleri için Sayın Canikli’ye de teşekkür ediyorum.

Kadın önemli; kadın bizim ortak paydamız, ortak öznemiz, kimliğimiz. Kadın, hayatımızın, hayatın her alanının

bana göre temel unsuru, temel taşı. Dolayısıyla, kadının özne olduğu her konuda ben inanıyorum ki bu Meclis

birlikte hareket edecektir, birlikte hareket etmelidir. Bu noktada daha önce de örneklerini verdik, bugün de güzel

bir örnek ortaya koyuyoruz.

Değerli milletvekilleri, zannediyorum, kadına şiddet hadisesi yalnız Türkiye’nin sorunu değil, bütün insanlığın

sorunu, bütün dünyanın sorunu. Bizde rakamlar çok kötü, bu rakamların üzerinden kendimizi suçlamayı çok doğru

bulmuyorum ama bu sorunun varlığını tespit etmek açısından gerçekten o rakamların can acıtıcı bir duruma

geldiğini de ifade etmek lazım. Sebebi sorgulayabiliriz yani bugün toplum, kadını, erkeğiyle bir cinnet noktasına

geldi; Türkiye’ye yakışmaz birtakım olaylara şahit oluyorsak, bunun sebeplerini sorgulamak, tedbirlerini almak

hepimizin, öncelikle Türkiye Büyük Millet Meclisinin sorumluluğudur diye düşünüyoruz.

Kadına şiddet konusu Türkiye’de bir kültür hâline gelmeden tedbir almak gerekiyor. Bu anlamda bu konuyu

gündemde tutmak, toplumun gündeminde tutmak ve bir duyarlılık talep etmek zannediyorum doğru bir yol

olacaktı. Bunun için bu hafta biliyorsunuz her partimiz, işte Adalet ve Kalkınma Partisi de bu kanun tasarısını

getirerek o da katıldı bu gayrete, üç muhalefet partisi bu hafta grup önerileriyle kadına şiddet konusunu Türkiye

Büyük Millet Meclisine getirdi. Ben arzu ederdim ki ve talep ediyorum ki, geliniz, kadına şiddetle mücadele veya

aile içi şiddetle ilgili bir Meclis komisyonu kuralım, bu dönemin ilk kurulmuş araştırma komisyonu bu konuda

olsun. Bir samimiyet göstergesi olarak söylüyorum, kadına verdiğimiz önemin ifadesi olarak söylüyorum, gelin,

bir araştırma komisyonu kuralım ve bu konuyu gündemde tutalım. Bu konu bu Meclisin ortak paydası olarak

toplumun huzuruna getirilmelidir. Bu sebeple bu kanuna Milliyetçi Hareket Partisi olarak tabii ki biz de destek

veriyoruz ama bu uluslararası sözleşmenin iç hukuktaki yansımaları da hızla tamamlanmalı. Buna dayalı olarak bir

kanun çıkarılması gerekiyor, o kanun getirilmeli. Buna dayalı olarak uluslararası kurulacak olan izleme komisyonu

Türkiye ayağı kurulmalı. Yani bu iş böyle rutin bir şekil şartı noktasında kalmamalı diye temenni ediyorum ve bu

kanunu Milliyetçi Hareket Partisi olarak desteklediğimizi ifade ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

(Alkışlar)

*******

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şandır.

AK PARTİ Grubu adına söz isteyen Nurettin Canikli, Giresun Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Canikli, Mehmet Bey’in önerisine “Evet” diyecek misiniz?

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Evet, komisyon kurulması önerimizi de bir düşünün yani.

AK PARTİ GRUBU ADINA NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlar;

hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben öncelikle şu saatte ortaya çıkan bu güzel ve uzlaşma tablosundan dolayı son derece memnun olduğumu ifade

etmek istiyorum ve bu vesileyle bütün arkadaşlara, bütün gruplara, emeği geçen herkese şükranlarımı arz

ediyorum ve biraz önce arkadaşlarımın da ifade ettiği gibi, bu ve buna benzer uyum ve mutabakat görüntülerinin

önümüzdeki dönemde daha çok olmasını, burada zuhur etmesini bütün samimiyetimle arz ediyorum ve bu

çerçevede AK PARTİ Grubuna düşecek olan sorumluluğun da farkında ve idrakinde olduğumuzu da bilmenizi

istiyorum.

Arkadaşlarımızın da ifade ettiği gibi, Türkiye bu sözleşmenin hazırlanmasında ve sonuçlandırılmasında öncülük

eden ülkelerden bir tanesi, on üç ülkeden bir tanesi. Türkiye’de imzalandı, mayıs ayında imzalandı sözleşme. Ve

daha önemlisi belki, Parlamentosundan geçiren, yasalaştıran ilk ülke olma onuru da inşallah bize ait olacak biraz

sonra; hepimize ait olacak, bütün milletvekillerimize, bütün gruplarımıza ve Türkiye’ye ait olacak. Bu gurur

gerçekten çok tarihî bir anın da aynı zamanda yansımasını ifade ediyor.

Bir de şu nokta son derece önemli, biraz önce Sayın Şandır’ın bir önerisi oldu. Esasında bu sözleşmeyle Türkiye

önemli bir yükün altına giriyor. Benzer bir sözleşme 1985 yılında daha önce imzalandı ancak onun önemli bir

ayağı eksikti; denetim mekanizması, müeyyide gücü olmayan bir anlaşmaydı ve çok fazla etkin olamadı, hayata

geçirilemedi. Bunun ondan farkı şu: Bir denetim mekanizması oluşturuluyor ve Türkiye ve imzalayan ülkeler

bununla taahhüt altına giriyorlar ve o komite tarafından gelişmeler izlenecek, takip edilecek. Çok ciddi yaptırımlar

söz konusu. Bu anlamda bu önemli. Yani sizin önerinizle de bağlantılı.

Bu, belki bu tartışmalarda ortaya çıkacak çözüm önerilerinden en önemlisinin hayata geçirilmesini de sağlayacak.

Bu açıdan somut bir adım olması yönüyle de son derece önemli.

Ayrıca, Bakanlığımızın bu konuda biliyorsunuz çalışmaları var, yasal düzenlemesi var, son aşamada. İnşallah

önümüzdeki günlerde buraya gelecek ve birlikte onu değerlendireceğiz ve yasalaştıracağız.

Dolayısıyla son derece etkili olacak, birçok açıdan ilktir ve Sayın Bilgehan başta olmak üzere emeği geçen tüm

arkadaşlara, o anlaşmanın imzalanmasında orada bulunan, katkı sağlayan tüm arkadaşlara -iktidarı muhalefetiylemilletvekili arkadaşlarımıza, Hükûmetimize, Bakanımıza tekrar şükranlarımızı arz ediyorum ve ülkemize hayırlı

olmasını temenni ediyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Canikli.

Şimdi soru-cevap işlemi yapacağız.

Sayın Tanal, burada sisteme girdiğinizi görüyorum, buyurun.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Şimdi, Değerli Başkanım, değerli milletvekilleri; söz almamın nedeni şuydu: Sözleşmenin 38’inci maddesinde

gerçekten metinle başlık örtüşmüyor. Başlık şu: “Kadının Sünneti” Bu, teknik anlamda çok yanlış bir olay;

alelacele, tercümesi yanlış. Böyle bir madde olamaz. Bunun doğrusu “Genital Sakatlama” çünkü maddenin

içeriğiyle başlığı birbiriyle örtüşmüyor. Yani bu gerçekten yine bir özensiz tercüme. Bunun orijinali İngilizce ve

Fransızca’da vardır. Evet, buna oy vereceğiz ama bunu tabii ileride nasıl tekrar düzelteceğiz bilmiyorum.

Saygılar, iyi akşamlar.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Sakık, buyurun.

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Aslında, istenince nasıl güzel bir tablonun ortaya çıktığını hep birlikte gördük ve tanıklık ettik.

Şimdi, buradan gerçekten AKP’ye önemli görevler düşüyor. Sayın Şandır da söyledi, mesela üç grubun, sürekli

kadına yönelik şiddetle ilgili Meclis araştırma önergesi talebi var. Ne olur, gelin böyle bir komisyon oluşturalım ve

özellikle bizlerin, dört yıldır biz ve Cumhuriyet Halk Partisinin de sürekli gündeme getirdiği bu faili meçhul

cinayetlerle ilgili Meclis araştırma önergelerimiz var, bunları da hayata geçirelim, yani iç barışımızı sağlayacak

adımlar atalım yani diyalog ve müzakere bu işin panzehiridir. Sizi diyaloğa ve müzakereye davet ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Oğan…

SİNAN OĞAN (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kanun tasarısını biz Dışişleri Komisyonunda da görüştük, orada da ifade

edildi. Tercümede ciddi sıkıntılar var ve bu sıkıntıların muhakkak giderilmesi lazım. Bugün burada biz buna

“Evet” oyu vereceğiz, kanunlaşacak ama yarın tercümedeki sıkıntılar başka sorunları gündeme getirebilir.

Bir diğer önemli husus: Avrupa’da maalesef bizim vatandaşlarımızın, başka ülkelerde evlilikler yapmış bizim

kadınlarımızın da şiddet gördüğü bir gerçektir. Onların sorunlarının da Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak

takipçisi olmamız gerekir ve bu kanun çerçevesinde onların sorunlarına da bundan sonraki düzenlemelerde yer

verilmesi lazım.

Bir diğer hususu da kısaca ifade etmek istiyorum. Ne kadar güzel kanunları kabul ederseniz edin, uygulamada eğer

bunu doğru düzgün hayata geçiremezseniz kadına şiddet her gün manşetlerden inmez. Maalesef ki bugün

Türkiye’de kadına olan şiddet her gün manşetlerde yerini almaya devam etmektedir. Dolayısıyla, bunu burada

kabul etmekle beraber…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Oğan.

Sayın Bakan, size yöneltilmiş soru olmadığı için işlem tamamlanmış sayılıyor.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum:

KADINLARA YÖNELİK ŞİDDET VE AİLE İÇİ ŞİDDETİN ÖNLENMESİ VE BUNLARLA

MÜCADELEYE İLİŞKİN AVRUPA KONSEYİ SÖZLEŞMESİNİN ONAYLANMASININ UYGUN

BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1- (1) 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzalanan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin

Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nin onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN – Söz talebi? Yok.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler..: Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul

etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Oylama için iki dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım

istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin oy pusulalarını oylama için öngörülen iki

dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve

kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine oylama için öngörülen iki dakikalık süre

içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla

Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı

açık oylama sonucu:

“Kabul: 246

Çekimser: 1 (x)

Kâtip Üye: Mine Lök Beyaz - Diyarbakır

Kâtip Üye: Tanju Özcan - Bolu”

Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Hayırlı olsun.

Alınan karar gereğince, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay haklarındaki

gensoru önergelerinin gündeme alınıp alınmayacağına ilişkin görüşmeleri yapmak için 25 Kasım 2011 Cuma günü

saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum ve herkese iyi akşamlar diliyorum.

Kapanma Saati: 23.16

Kaynak: https://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem24/yil2/ham/b02301h.htm