HABERLER

CORONA VE ÖTESİ
TAKINILMASI GEREKEN TEMEL TAVRIN VE İDRAKİN NE OLDUĞU SORUNSALI

Klasiğe Dönmenin Zamanı

İdris Cevahir

19 NİSAN 2020

Corona hastalığı epey daha gündemimizde kalacak sanırım. Allah hastalara acilen şifalar versin. Maddi manevi sıkıntı çekenlerin dertlerine acilen devalar versin. Tedbiri elden bırakmamak modern tıbbın kurallarına harfiyen uymak gerekiyor. Sebeplere sarılmak sebeplerin var edicisini inkâr anlamına gelmez. Aksine sebeplere sarılmak var ediciye kulluğun gereği ve olağan halidir.

İnsanlık büyük yok oluşlar yaşadı ancak bu virüs şayet bir proje ise yaşlıları hedef alması ve yaşlıları genelde öldürmesi dikkate alındığında proje yapanların evrensel bir ırk dizaynı planladıkları anlamına geliyor. Home Deus’u planlayanlar Homo Sapiens’in işe yaramayan kısmını öldürmek isteyebilir. İşe yarayan kısmının da bir kısmını sağ bırakabilirler.

Konumuz corona değil konumuz corona ve ötesi… Yani bu ölçekte bir durum karşısında takınılması gereken temel tavrın ve idrakin ne olduğu sorunsalı…

Son zamanlarda corona ile ilgili herhangi bir cümlede Allah lafzı geçiyor ise yahut fail olarak külli iradeye atıf yapılıyor, çare olarak da külli irade gösteriliyor ise hemen bir gürültü kopuveriyor. Bu gürültü esnasında tahkir edici cümleler, ortaçağ kafası benzetmeleri, gerici, yobaz yaftalamaları havada uçuşuyor. Herhangi biri “bu ilahi bir beladır” dediğinde, ilahi olan ile ilişkisi yoktur diye savunanlar bu kişiye ironik bir şekilde “Allah belanı versin” diye beddua ediyor. Sanırım bazıları Allah’ın varlığını kabul etseler bile deist bir inancı bizlere dayatıyorlar.

Her fiil faili gerektirir. Fail olmaksızın bir fiilin olmayacağı akli bir ilkedir. Fail ile fiil arasındaki ilişkinin bir diğer adlandırılması illet-malul ilişkisidir. Diğer bir deyişle eğer bir sonuç var ise muhakkak bir sebep var demektir. Sebepsiz olarak hiçbir zaman hiçbir şey vücuda gelmez. Ancak sebeplere sarılmak failin verdiği kararı her zaman etkilemez. Zira bizler yani müminler kadir-i mutlak ve muhtar bir Allah inancına sahibiz. Bu demektir ki pamuk ateşe yaklaştığında her defasında yanmıştır ancak bundan sonra da her seferinde yanacağının hiçbir garantisi yoktur.

Evet, modern dönemlerde sebeplere sarılmanın verdiği öz güven, insanın yapabilirliğinin artması gerçek failin Allah olduğunu unutmamıza neden oldu. Artık fiillerimizin sonucundan o kadar eminiz ki ne olursa olsun neticenin istediğimiz gibi olacağına iman ediyoruz. Bu eminlik bize hem kibir hem de güven veriyor. Kibir veriyor yapabiliyoruz, güven veriyor korunabiliyoruz.

 Oysa klasik dönemde bırakın fiilin neticesinden emin olmayı fiili yapıp yapamayacağımız bile ihtimalli bir durumdu. Hatırlarsanız evden erken saatlerde çıkan Nasreddin Hoca “akşama kesin geleceğim” diye hanımına söyleyince, Hanımı “inşallah de bey” deyivermiş. Bu uyarıya kızan Hocanın o gün bütün işleri ters gitmiş, eve gelirken, eşek ölmüş, fırtına çıkmış, soyulmuş vs. Zar zor kendisini evin önüne atıp kapıyı çalmış “kim o” diye seslenen hanımına “inşallah benim” deyivermiş. İşte fail ile fiil arasındaki ilişki tam olarak budur. Yani gerçek failin anılmadığı hiçbir fiilin tahakkuku kesin değildir. Bu bağlamda “İnşallah” sıradan bir cümle değil kişinin acizliğinin farkına vardığı ve mutlak olana teslim olduğu ekseni ifade eder.

Biz Müslümanlar Allah’ın varlığına inanırız. Bu inanç aksi mümkün olmayan, aksinin mümkün olma ihtimalinin de mümkün olmadığının bilgisi kesindir. Hepimizde bu seviyede olmasa da tarihte bir kişinin -Hz. Peygamber (as)’ın- Hakkı burhani seviyede bildiği ve bize sıdk sıfatı ile aktardığı muhakkaktır.  Yani biz Allah’ın varlığına ve bu varlığın bilindiğine/bilinebilirliğine iman ediyoruz.

Biz Müslümanlar Allah’ın her şeyi bildiğine, her şeyi var ettiğine, her şeyi kuşattığına kullarına yani insanoğluna şah damarından yakın olduğuna, her işte bir dâhili olduğuna inanırız. Yani O’ndan habersiz ve izinsiz bir yaprağın kıpırdaması ihtimalini dahi ret ederiz. Bütün varoluş süreçlerinin mutlak faili O’dur.

Biz Müslümanlar varlığına ve her şeyin faili olduğuna inandığımız bu yaratıcının insanoğluna kurallar ve yaşam biçimi teklif ettiğine, bu teklife uyulmasını kesin bir şekilde emrettiğine inanırız. Bu yaşam biçimini ret edenlerin hem bu dünyada hem de ahrette veya ya bu dünyada ya da ahrette ceza ile karşılaşılacağına iman ediyoruz.

Yani, biz Müslümanlar Allah’ın varlığına, birliğine, mutlak fail olduğuna ve insanoğlunun O’nun emirleri doğrultusunda yaşamasını gerektiğine, insanın bu dünyada ya da ahrette yaşam biçiminden hesaba çekileceğine mutlak bir şekilde iman ediyoruz.  Dolayısı ile başımıza gelen en büyük meselelerden en küçük hadiselere kadar her şeyin değerlendirmesini bu ilke ve esaslara göre yapmak zorundayız. Bu keyfi bir durum entelektüel bir tavır değil, Müslüman olmanın gereğidir.

İmdi corona virüsünün Allah tarafından var kılındığının mutlak reddi bizleri Müslüman dairesinin sınırlarına fırlatır. Burada hiçbir tartışma yok.

Peki, İlahi irade bu fiili niçin yaptı? Bu soruya cevap vermeden Allah’ın fiillerinin tarzına odaklanmamız gerekiyor.

Allah’ın fiillerinde “niçin” olmaz. Yani Allah bir gayeye matuf fiil yapmaz. Allah fiili yapar,  fiilden bazı hikmetler yahut bazı sonuçlar çıkar. Yoksa O, bazı hikmetler ve bazı sonuçlar için fiilde bulunmaz. Yani bir kandil düşünün, kandil yanar ve aydınlık verir. Kandil aydınlık vermek için yanmaz. Yandığı için aydınlık verir. Kandilin fiili aydınlık vermek için değildir. Aydınlık kandilin fiilinin tabi sonucudur. Kandilin fiilinden insanlar aydınlık ciheti ile haşerat sıcaklık ciheti ile istifadede bulunur.  Allah’ın fiillerinden ise kimisi cemal kimisi celal ciheti ile istifadede bulunur.

Corona virüsü, insanlık ilahi iradeye uygun bir şekilde yaşanmadığı için gelmiş olabilir.  Bu yüzden gelmemiş de olabilir. Sadece gelmiş ve geldiğinde böyle bir netice ortaya çıkmış da olabilir. Corona virüs, birileri abdest almadığı, taharet bilmediği yahut sapkınlıklara daldığı için gelmiş olabilir. Ancak bu nedenlerden bağımsız bir şekilde de gelmiş olabilir. Yani bu hastalığın bizlerin ilahi iradeye muhalif davrandığımız için geldiğini söylemek mutlak kesinlik ve doğruluk taşımaz. Eğer taşısa idi ilahi iradeye uygun yaşayan hiçbir kimsenin bu virüse bulaşmaması gerekirdi ki bizler bugün ve geçmişte buna benzer hastalıklarda ölen onlarca muteber âlim ve veli biliyoruz.  Hatta araştırsak Peygamber dahi bulabiliriz.

Yani bu coronanın Allah’tan geldiğini kabul imani bir meseledir ancak şu nedenle gelmiştir, şuna gazap olarak gelmiştir demek Allah’ın fiillerinin maksatlarını bilme iddiasıdır. Bu ise en azından hadsizliktir. Dünyada var olan ve var olacak olaylar en küçüğünden en büyüğüne ilahi emirledir. Bu emir dışında bir şeyin varlığını kabul edemeyiz. Edersek iman dairesinin dışı demeyelim amma sınırlarında geziniriz.

Son bir mesele daha var ki o da korku atmosferi oluşturmaktadır. Yok milyarlarca insanı öldürecekler, dünyayı yok edecekler, herkesi köle edecekler, insanlara çip takacaklar, robotlar dönemi başlayacak, insan ırkı yok olacak vs. Bunları kim yapacak? İnsanlar ya da azılı bir grup insan. Evet, böyle planları olanlar var ancak aramızdan birinin çıkıp bir dakika kardeşim demesinin vakti gelmedi mi?  Allah istemediği sürece bu bir grup azılı insan bırakın bunları yapmayı oturduğu yerden kalkamaz. İlkesel olarak önce bunu kabul edelim. Sonrasında bu tür planları olanlar ile sebepler dairesinde mücadele edelim.

Burada kritik bir durum var. Allah böyle bir şeyi isterse ne yapacağız? Allah böyle bir şeyi isterse yani milyarlarca insanın ölmesini, dünyanın yok olmasını, insanların ekseriyetinin köle olmasını, robotların hâkim olmasını vs o zaman da mücadele edeceğiz. İnsana yakışanı yapacağız yani. İlahi iradenin son tahlilde neyi murat ettiğini bilemeyiz ancak ilahi iradenin dünya için insanlık için neyi emrettiğini biliyoruz. Hakkı ve Adaleti emrettiğini, insan için iyiliği ve güzeli gaye kıldığını kendisi son vahyinde bize bildirmektedir.

Hz. Musa ile Hızır kıssasını hatırlayınız. Hızır çocuğu öldürünce, duvarı yapınca, gemiyi delince Hz. Musa itiraz etmişti. Bâtında Hz. Hızır olayın hikmetini anlatmış ve haklılığı ortaya çıkmıştı. Oysa Hz. Musa haklı idi zira kendisine bildirilen son emir ve yasaklar listesinde suçsuz bir çocuğun öldürülmemesi gerektiği yazıyordu ve bu emre açık muhalif bir durumla karşı karşıyaydı. Yani kendisine verilene uymak zorunda idi ki onu da yaptı.

Tıpkı böyle bir durumla karşı karşıyayız. Olur da Allah insanlığın bir kaosa sürüklenmesi noktasında bir hüküm çıkarsa bile biz bu hükmün ve bu hüküm etrafında oluşan fiillerin hakiki failinin Allah olduğunu bilerek insana yakışanı yapacağız yani mücadele edeceğiz.  O yüzden bizler ne olacağından değil ne yapacağımızdan sorumluyuz. Olacak olan olacaktır, bizler bu olacak olana karşı nasıl bir tavır içerisinde olacağız önemli olan budur.

İnsanlık ilahi iradenin talep ettiği idrak ve hayat biçimlerinden uzaklaşıyor. Bunun elbet bir neticesi olacak. Ancak bu neticeden kendilerini ilahi iradeye uygun yaşıyor zannedenlerin de nasibi vardır elbet. Kader meselesi tekrar alevlenecek sanırım. Kaoslardan sonra deist ve laik din, toplum ve devlet telakkileri güç kazanmıştır. Yani Allah korusun, eğer böyle bir felaket gerçekten ülkemizi vurursa herkesin tartışacağı bir konu olacak. Dini düşünce yeniden sorgulanacak. Sadece dini düşünce değil tabi bilimsel düşünce de yeniden sorgulanacak. Bu sorgulama modern olanın yeniden sorgulanmasına neden olacak. Yani modern olan bizlere iyilik mi getirdi yoksa felaket mi? Yani birinci ve ikinci dünya savaşında kullanılan teknolojiler bilhassa ikinci dünya savaşı sonrası modern olan ciddi bir eleştiriye tabi tutulmuştu. Sanırım klasiğe dönmenin zamanı geldi…